2- DÜNYA VE TÜRKİYE'DE DURUM

Reel sosyalizmin çöküşü, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'nın dağılmasıyla birlikte, dünyadaki siyasal ortamda büyük değişiklikler oldu. "İki kutuplu dünya"nın oluşturduğu değerler sarsıldı. ABD, askeri ve siyasi bakımdan güçlendi ve dünyanın güç merkezi haline geldi. Ekonomik alanda ABD, Batı Avrupa ve Japonya arasında rekabet arttı.

ABD merkezli dünyada zenginler ve yoksullar biçimindeki bölünme daha da derinleşti. Sınıflar ve katmanlar arasında uçurumlar oluştu. Ülkeler ve bölgeler arası gelişme ve gelir farklılıkları "Batı"lehine büyüdü. Afrika. Orta ve Güney Amerika ile Asya'nın geri kalmış ülkelerinden "Batı"ya sürekli kaynak aktarılması sonucu, bu ülkelerin insanları her geçen gün daha da yoksullaşıyor. "Batı" merkezli dünyada bölgesel savaşlar ve silahlanma yarışı artarak sürmekte, kaynakların önemli bir bölümü bölgesel savaşlara ve silahlar aktarılmaktadır. Bu durum ırkçı, şoven ve otoriter anlayışları beslemekte dünyada barışı tehdit etmektedir.

Dünyanın zengin ülkelerinde, kapitalist sistemin yapısından kaynaklanan ekonomik ve sosyal sorunlar giderek ağırlaşıyor. İşsizlik, enflasyon, yabancı düşmanlığı, ırkçılı, uyuşturucu salgını, şiddet olayları, doğanın tahribi gibi insan doğasına aykırı sonuçlar artıyor. Geri kalmışlık, , ağır dış borçlar, yoksulluk, kuraklık, açlık, salgın hastalıklar, göç, bölgesel çatışmalar, silahlanma, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, doğal dengenin bozulması ve insan hakları sorunlarının global nitelikleri, günümüzde daha çok ön plana çıkmıştır ve ancak uluslar arası planda ortak çabalarla çözüme kavuşturulabilir.

Birleşmiş Milletler ve "İnsan Hakları Evrensel Bildirisi" ile global bir nitelik kazanmış olan insan hakları, günümüzde daha çok önem kazanmış ve ülkelerin iç işi olmaktan çıkmıştır. Bu aynı zamanda tüm halklar bakımından demokrasi sorununu yaşamsal hale getirmektedir. Çünkü insan haklarına saygı gösterilmesi tutarlı bir demokrasi olmadan mümkün değildir. Uluslararası planda insanlığın ileriye doğru yürüyüşü bu tablo içinde biçimlenmektedir. Dünya küçülmüştür ve insanlığın sorunları geçmişe göre çok daha ortaktır. Sorunların çözümü de ortak ele alınmak durumundadır.

Tek tek ülkelerde yaşayan demokrasiye ve insana aykırı tüm olaylar, dünya insanlığın ortak çözüm aradığı sorunlar durumundadır. Bu alandaki tepkiler ve kurumlaşmalar, yeterli olmakla birlikte, gelişen ve güçlenen yön durumundadır. Katı merkeziyetçi, otoriter ve ulusal sınırlara hap solmuş yönetimler iki yönden sıkıştırılmaktadır:

1- Uluslar ve devletler üstü kurumların ve sivil toplum örgütlerinin etkinliğinin artması.

2- Yerel parlamento ve yönetimlerin güçlenmesi veya güçlendirilmesi ihtiyacı.

Artık uluslar arası hukuk, ulusal hukukun üstüne çıkmıştır.

Uluslar arası kurumlar, ulusal kurumları doğrudan etkiler hale gelmiştir. Uluslar arası değerler, bu değerleri dikkate almayan devletlere dünya kamuoyunca dayatılmaktadır. Yer yer etkili de olmaktadır. Dünyada ve tek tek ülkelerde insanlığın sorunlarının çoğalması ve karmaşıklaşması, sorunların tek tek ülkelerde bile tek merkezden çözümünü güçleştirmektedir. Bu nedenle merkezi yönetimlerin görev, yetki ve sorumluluklarının önemli bir kısmı yerel yönetimlere devredilmektedir. Yerel yönetimleri bu görev, yetki ve sorumluluk devrine uygun olarak yeniden örgütlendirilmektedir. Eyalet sistemi ve yerel parlamentolar dünyada yaygınlaşmaktadır.

Dünyada bu gelişmeler olurken, Türkiye'de ise dünyadaki gelişmelere karşı direnen katı merkeziyetçi, otoriter ve askeri karakterli devlet anlayışı egemenliğini sürdürüyor. Mevcut devlet ve yönetim anlayışıyla sorunlar çözülemiyor, çözülemeyen sorunlar birikiyor ve her on yılda bir yeni bunalım doğuyor. Bu kısır döngü sürüp itmektedir.

Dünyadaki ve Türkiye'deki gelişmelere karşı direnen Türkiye Cumhuriyeti, üzerine oturduğu Osmanlı mirası ve askeri karakterinin de etkisiyle, bugüne kadar demokratik bir devlet olamadı. Devletin ve siyasal kadroların bu niteliği, şu üç temel sonucu beraberinde getirdi:

- Demokrasinin bir yaşam biçimi olarak devlet ve toplum yapısına yerleştirilememesi ve demokrasiden korkulması.

- Kürt sorunda çözüm olmayan ret, inkar, asimilasyon ve zor politikalarında ısrar edilmesi, dolayısı ile sorunun çözümsüzlüğe terk edilmesi.

- Kapitalizmin ahlak kuralları bile bir yana atılarak ülke kaynaklarının yerli ve yabancı sermaye kuruluşlarına aktarılması ve emekçi yığınlar üzerindeki aşırı sömürünün daha da arttırılması...

Devletin kitlelere özgürlük ve demokrasi tanımayı göze alamaması ve baskı yolunu seçmesi Türkiye'nin sorunlarının çözümüne yardımcı olamadı; sorunları daha da ağırlaştırdı. Devlet bu sorunları çözmek için geçekçi adımlar atacağına, kendini kutsayıp insanın ve toplumun üstüne oturttu, baskıları arttırarak çözüm bulmaya çalıştı. Özgürlük ve demokrasi yönünde gelişen kitle mücadelesini bastırmak için devlet, baskıyı ve yasakçılığı esas aldı ve olağanüstü rejimlere başvurdu; toplumda her türlü demokratik muhalefeti ve ilerici sesi bastırarak kurtulmaya çalıştı.

Emekçi yığınların acımasızca sömürülmesi ve yoksullaştırılması pahasına. Dış ödemeler dengesi düzelmediği gibi ekonomi bir bütün olarak darboğazdan kurtarılamadı. İşsizlik artmıştır, enflasyon çok yüksek düzeylerde seyretmektedir. Sınıflar arası gelir densizliği çok daha büyümüştür. Ücretlilerin ulusal gelirden aldıkları pay yarı yarıya düşerken sermaye gruplarının payı ise katlanarak büyümüştür. Yoksulluk artmış, halkın büyük çoğunluğu geçim sıkıntısı içinde bunalmış durumdadır.

Gelişmeler ekmek ve demokrasi arasındaki bağı toplum bilincine çıkardı ve halk yığınları açısından öğretici oldu. Ancak, toplum değişim istemini kanalize edecek bir örgütlenmeye sahip değildir. Baskıyla susturulmuş çalışan kitleler, Türkiye'deki politik güçler tarafından kaba biçiminde aldatılmış, yığınların demokrasi ve değişim istemi heba edilmiştir.

Dünyada yaşanan değişmelere rağmen, Türkiye'de yönetim anlayışı değişmedi, insan hakları ve demokrasi yönündeki eğilimlerin güç kazandığı bir dönemde, Türkiye'deki egemen politik güçler hala soğuk savaş dönemine özgü baskı ve propaganda yöntemleriyle sonuç almaya çalışıyorlar.

Kitlelerin demokrasi ve değişim isteklerine sözcü olabilecek ve bunu gerçekleştirebilecek nitelikte bir örgütlenmenin olmaması ve bu yönlü çabaların devletçe engellenmesi kısır bir döngüdür. Bu çıkmayı aşmanın yolu; gerçek demokrasi ve değişimden yana alan güçleri seferber etmek ve sağlıklı bir kanala yöneltip örgütlü birliğini sağlamakla mümkündür.

Uzun yıllardır ekonomik sorunlar içinde kitleleri bunaltan, işçilere, memurlara, köylülere, aydınlara, gençlere, kadınlara ve diğer ara katmanlara baskı, yasak ve zulümden başka bir şey vermeyen bu düzen değişmelidir. Bunun anahtarı da DEMOKRASİ'dedir. Demokrasi içinde yığınlar gerçek eğilimlerini ortaya koyabilir, sorunlarına çözüm bulabilirler.

Çağdaş, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasinin önündeki engellerin aşılası; ırkçı, şoven, tutucu ve otoriter güçlerin etkisizleştirilmesi, değişimin yollarının açılabilmesi ancak demokrasi ve değişimden yana olan yığınların özlem ve isteklerini yansıtan, bu güçleri en geniş biçimde bağrında toplayan. En geniş güçleri bir araya getirebilecek politikalar üreten kitlesel bir partiyle gerçekleşebilir.

İşte, Halkın Demokrasi Partisi böyle bir değişimi gerçekleştirmeye adaydır. Dunun için özgürlükten, demokrasiden barıştan, adil bir ekonomik ve toplumsal yaşamdan yana olan tüm toplum kesimlerini kendi saflarında örgütlemek amacındadır.

HADEP, toplumda demokrasi için ciddi bir savaşım verebilmenin ön koşulunu kendi içinde gerçek bir demokratik yapı ve işleyiş sağlamakta görür. Bu nedenle parti içinde düşünce ve tartışma özgürlüğünü esas alır; her türlü anti-demokratik baskıcı yöntemi dışlar.

HADEP, demokrasi ve değişimden yana olan; baskıya, haksızlığa karşı çıkan; kitlelerin aldatılmasına son vermek, ülkenin ve toplumun çehresini değiştirmek isteyen tüm emekçileri, aydınları , yurtseverleri, barışseverleri ve çevrecileri ortak amaca ulaşmak için saflarında birleşmeye ve görev almaya çağırır.