[ bir onceki | baş sayfa | bir sonraki ]

"Kentimizi de kendimizi de biz yöneteceğiz"

GİRİŞ


İnsanoğlu; tarihi boyunca toplu yaşamış; bunun sonucu olarak da, yaşadığı anın koşullarıyla sınırlı örgütlemeler yapmış, toplumsal yaşama ilişkin kurallar belirlemiştir. İlk insanla başlayan bu süreç tarihsel-toplumsal gelişimle bağlantılı olarak ve giderek yetkinleşerek günümüze gelmiştir. Tarihin belirli bir evresine kadar da gidecektir.

Gelinen aşamada kamu hizmetlerinin tek elden, merkezden görülmesi zorlaştığım ve ihtiyaçlara cevap veremediği için, hizmetlerinin bazılarının yöre halkınca seçilen yerel kuruluşlar eliyle yürütülmesi zorunluluğu doğmuştur. Günümüzde bunlara yerel yönetimler ya da yaygın ifadesiyle belediyeler denmektedir.

Demokrasinin yerleşmediği bir sistem içinde, yerel yönetimlerden var oluş sebeplerine uygun görevleri bütünüyle yerine getirmelerini beklemek mümkün değildir. Ancak mevcut şartlarda da halkın ihtiyaçları esas alınarak yönetilmeleri halinde çok önemli işlevlerinin olacağı bilinmektedir. Bunun örnekleri geçmişte siyasal iktidarların her türlü baskı ve engellemelerine rağmen de olsa yaşanmıştır.

Yerel yönetimler yerel potansiyeli harekete geçirmenin ve demokratikleşme çabalarının önemli zeminleridir. Çünkü halkla doğrudan değilse bile, yakın ilişki içinde olan kurumlardır.

Günümüzde ülkelerin pek çoğunda savunma, adalet, maliye ve dış politika gibi kamu hizmetleri Merkez Yönetimlerce karşılanırken, kamu hizmetlerinin büyük çoğunluğu yerel yönetimler tarafından yürütülmektedir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da buna evrensel boyut kazandırma girişimi olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye'de 1921 Anayasası yerel yönetimlere önemli ölçüde yer verirken, bu durum 1924 Anayasasıyla değiştirilmiş, katı merkeziyetçi idarenin vesayeti altına alınmış, topluma zorla dikte ettirilen 1982 Anayasasıyla da baştan mali ve idari olmak üzere tamamıyla merkezi idareye bağımlı hale getirilmiştir. Hizmet olarak ise belediyelere gaz-su dağıtımı, itfaiye, temizlik, kent içi yol yapımı, park, bahçe ve benzeri işler bırakılmıştır.

Kimi zamanlarda yapılan kısmi değişiklikler dışında belediyeler bugün 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediyeler Kanunu ile idare edilmektedir. Nüfusun %75'inin yaşadığı günümüz kentlerini 70 yıl öncesinin yasalarıyla yönetmek mümkün değildir.

Halk tarafından seçilen belediye başkanları, hükümetin atadığı valilerin denetimine bağlıdır. Herhangi bir devlet memurunun müdürüyle olan hukuku ne ise, belediye başkanının vali ile olan hukuku da aşağı yukarı aynıdır.

Bir belediye başkanı ancak mülki amirin izniyle kenti terk edebilmekte, belediye bütçesinin kesinlik kazanabilmesi, valinin onayına bağlı olmakta, yine meclisin kararları mülki amirin onayına bağlıdır. Kendileri birer siyasi parti olmalarına rağmen, belediye meclis üyeleri siyasi konuları tartışamaz ve görüş ileri süremezler.

Kentlerin nüfusları hızla artıyor. Ortalama yıllık nüfus artış oranı %5'i bulmuştur. Kentlerde yaşayan nüfusun yarısına yakını da sayısı 500 bini aşan yerlerde oturmaktadır. Göç olgusu-doğal ekonomik gelişmelerin yanı sıra olağanüstü hal bölgesindeki baskılar ve göçertmelerle de- yükselerek devam ediyor.

Olağanüstü Hal Bölgesi'ndeki kentler köylerden çok yoğun göç almakta ve her biri adeta kent özelliklerinden uzak birer büyük köy görünümü arz etmektedir.

Yine OHAL bölgesindeki kent ve köylerden Batının metropol kentlerine de göç akımı yaşanmaktadır. Kentlerde, özellikle de metropol kentlerde iki ayrı dünya oluşmuştur. Biri her türlü imkanın sağlandığı zenginlerin, diğeri ise sefaletin kol gezdiği gecekondularda yaşayan yoksul halkın dünyasıdır.

Sorunları kangren haline gelmiş bulunan kentlerde, yerel hizmetlerin layıkıyla verilebilmesi ancak güçlü finans kaynaklarına sahip olmakla mümkün olabilir. Belediyelerin mali gerçekliği ise bunun tam tersidir.

Yerel yönetimler mali açıdan da merkezi yönetimin vesayeti altındadır. Hem kaynak sağlanması, hem de var olan imkanların kullanılması açısından yerel yönetimlerin olanak ve inisiyatifleri son derece sınırlıdır.

Yerel yönetimlerin parasal gelirleri iki kaynaktan oluşmaktadır. Genel bütçe gelirleri tahsilatı toplamından ayrılan %6 oranındaki pay ile, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tasarrufunda iller bankasında toplanan genel bütçe gelirlerinin %3'ü oranındaki miktarlardır. Bu kaynaklarla ancak yerine getirilmesi mutlak zorunluluk olan hizmetler yürütüle bilinir. Nitekim böyle de olmaktadır. Kaldı ki sistemin partileri bu olanakları da halkın hizmetinde kullanmayıp, kişisel çıkarlar içi harcamakta, yağmalamaktalar. Yakın geçmişimiz yolsuzluğun, rüşvetin, bin bir çeşit kanunsuzluğun örnekleriyle doludur.

Bir başka çarpıklık ve eşitsizlik de belediyelere ayrılan payların belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır. Olağanüstü Hal Bölgesi ve çevresindeki kentler bu bakımdan da alabildiğine mağdur edilmektedir. Kent paylarının belirlenmesinde nüfus oranı dışında kentten toplanan vergiler de esas alınıyor. Böyle olunca da nüfusu çok daha fazla olmasına rağmen Diyarbakır'a tahsis edilen kaynak, Kocaeli'ne tahsis edilenin onda biri kadar oluyor. Kocaeli'nin zengin bir olmasının yanında Diyarbakır'dan sağlanan gelirlerin vergilerinin büyük bölümünün Kocaeli'nde yatırılıyor olması da bu sorunun doğmasına sebep gösteriliyor.

HADEP, YEREL YÖNETİMLERİN MERKEZİ KAYNAK BAĞIMLILIĞINDAN KURTARILMASINI, KENDİ KAYNAKLARINI YARATARAK BUNU HALKIN ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA KULLANILMASINI SAVUNMAKTADIR.

Merkezi yönetimin yerel yönetim politikaları doğrultusundaki uygulamaları sadece yerel yönetimleri daraltmak, demokrasi bilincinin gelişmesini ve çağdaş kent yaşamına geçişi engellemekle kalmamış, çok daha büyük tahribatlar yaratmıştır.

Katı merkeziyetçi ve kapitalist kar hırsı anlayışının uygulamaları sonucu, bölgeler arası gelişmişlik düzeyleri arasında uçurumlar oluşmuştur.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki yerleşim birimlerinin %48'inde içme suyu yoktur veya yetersizdir. Asfaltlanmış köy yollarının sadece %2'si Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindedir.

Ayrıca Türkiye'nin hiçbir köyünde kanalizasyon ve alt yapı çalışması yoktur. Yeşil alan, park-bahçe hizmetleri söz konusu değildir.

Kişi başına düşen milli gelir, okul, hastane, turistik tesis, fabrika sayısı gibi gelişme düzeyini gösteren kriterler açısından en geri bıraktırılmış bölgelerin başında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri gelmektedir. Bunu Orta Anadolu ve Karadeniz Bölgesi izlemektedir. Bu durum coğrafik koşulların elverişsizliği ya da ekonomik güçlüklerle açıklanamaz.

Merkezi yönetimin 70 yılda yarattığı tablo budur. Bu nedenle yerel yönetimlerin güçlendirilmesi zorunludur.

HADEP GELİŞMEYİ VE EKONOMİK KALKINMAYI TÜM BÖLGELERDE EŞİT ŞEKİLDE YAYGINLAŞTIRMAYI SAVUNUR.