4. Büyük Kongre Açış Konuşması

Sayın Divan,
Siyasi Partilerin Sayın Temsilcileri,
Sayın konuklar,
Değerli Basın mensupları,
Sevgili delege arkadaşlarım,


Kurulduğu günden bugüne partimizi en çetin koşullarda omuzlamış, her türlü zorluğa ve baskıya göğüs gererek demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesinde ne kadar içten ve direngen olduğunu kanıtlamış cesur ve onurlu HADEP'li arkadaşlarım,

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Büyük Kongremizi onurlandırdığınız için hepinize en içten duygularımla hoş geldiniz diyorum.

Değerli Arkadaşlar,

2000'li yıllara insanlığın büyük tarihsel mirasının deneyimleriyle girmiş bulunuyoruz. Devraldığımız tarihsel miras, haksız savaşlara ve egemenlere karşı tüm ezilenlerin eşitlik, özgürlük, adalet ve barış mücadelelerinin mirasıdır.

Bilindiği gibi eşitlik, özgürlük, adalet ve barış ilkelerinin yol göstericiliğinde büyük devrimler gerçekleştirilmiştir. Ancak ne yazık ki büyük ideallerle kurulan sistemler, kendi içinde demokratik dönüşümü sağlayamadığından tıkanmışlardır.

Değerli Arkadaşlar,

Eşitlik, özgürlük, adalet ve barış hala insanlığın temel özlemi olmaya devam etmektedir.
Bu özlemlerin bileşkesi olan HADEP; merkezine insanı koyan, çevre ile uyumlu, kadınların farklılıklarıyla temsil edilebildiği, demokratik bir sosyalizmi hedeflemektedir. Hedefimiz dar bir sınıf adına hareket eden merkezi otoriter bir yönetim değil, toplumun her kesimine özgürce ve en geniş katılım imkanları sunan demokratik bir sistemdir. 21. yy. çağdaş demokratik uygarlığın çağı olacaktır. Bu doğrultuda biz HADEP olarak rolümüzü oynayacağız.

Bugün tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir üretkenlik ve teknolojik gelişim düzeyine ulaşılmıştır. Ancak buna karşın ülkeler, sınıflar ve cinsler arasındaki eşitsizliğin beklenenin aksine derinleşmekte olduğu da gözlenmektedir. Dünya nüfusunun çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan beşte birlik kesimi yoksulluk sınırının altında yaşamakta; artan işsizlik tüm ülkelerin temel sorunlarından biri olmuş, Üçüncü Dünya Ülkelerindeki işsizlerin sayısı bir milyara dayanmış bulunmaktadır.

Buna karşın dünyaya karamsar ve umutsuzlukla bakmıyoruz.
Soğuk savaş döneminin ardından, "tek kutuplu dünya", "küreselleşme" ya da "yeni dünya düzeni" gibi kavramlarla ifade edilen sürecin kavranması bu açıdan büyük önem taşımaktadır.

İktisadi açıdan sermayenin kontrol edilemeyen uluslar arası düzeydeki hareketliliğini, ifade eden küreselleşmeyle birlikte ülkeler ve sınıflar arası gelir dağılımında farklar artmış, dünya finans piyasalarına egemen olan uluslar arası şirketler, muazzam bir etkinlik kazanmış durumdadır.

İki kutuplu dünya düzeninin çökmesinin ardından ortaya çıkan durum, tek kutuplu olmaktan öte şimdilik ABD'nin belirleyici göründüğü çok kutupluluğa doğru gitmektedir.

Değerli Konuklarımız ve Sevgili Arkadaşlar

1990'lardan itibaren hızla gelişen ve tüm dünyayı etkileyen bu süreci görmezden gelmek, kabaca reddetmek ya da teslim olmak, temsil ettiğimiz değerler açısından gerçekçi ve kabul edilebilir değildir. Bu yaklaşımlar, dünya halkları, emekçi sınıflar ve ezilen tüm kesimlerin sorunlarını çözmeye hizmet etmeyecektir.

Oysa süreci bir gerçeklik olarak değerlendirip, yukarıda sözü edilen kesimlerin lehine çevrilebilecek dinamiklerini ortaya çıkarmak daha doğrudur.Önemli olan, yeni koşullara denk düşen alternatif ideolojik açılımların ve politik yaratıcılığın, örgütlülüğün sahibi olabilmektir.

İdeolojik ve politik olarak çağın gereklerine uygun olarak yeniden yapılanma, daha demokratik ve çeşitlilikleri barındıran bir tarzı benimsemek kaçınılmazdır.

Küreselleşmeden zarar gören ülke, sınıf ve gruplar; enternasyonalist dayanışmayı ve birlikte mücadeleyi sağlayacak yeni örgütlenme modelleri yaratabilirlerse dünya ekonomisinin zenginlerden yana olan bugünkü gidişinin yönünü de£gıs£tirebilir, kalkınmayı ve adil bir gelir dağılımını sağlayacak bir sistem oluşturabilirler.

Diğer yandan ulus devlet kalıpları aşılmakta ve baskı altındaki farklı etnik, dinsel kimliklerin kendilerini serbestçe ifade etmelerinin önü açılmaktadır. İnsan hakları, devletlerin iç işleri olmaktan çıkmıştır. En önemlisi de evrensel bir hukuk sisteminin ve bunu uygulayacak uluslar arası mekanizmaların oluşturulmuş olmasıdır.

Değerli Konuklar;

Bugün insan hakları, demokrasi gibi söylemlerin uluslararası platformda güncelleşmiş olmasını kabaca "yeni dünya düzeninin" oyunu olarak görmemek gerekir. Bu istemlerin demokrasiye ve insan haklarına ihtiyaç duyan tüm kesimlerin etrafında örgütlenebileceği somut taleplere dönüştürülmesi daha sonuç alıcıdır.

Tarih boyunca egemenlerin, iktidarlarını meşrulaştırmak için evrensel değerleri gündemleştirdiği görülmüştür. Ama unutulmamalıdır ki, ezilenler örgütlü bir mücadele ile bu değerleri sahiplendikçe boş laflar olmaktan çıkarıp egemenlere karşı somut kazanımlara dönüştürebilmişlerdir.

Fransız Devriminin genç burjuvazisinin "eşitlik, özgürlük, ve kardeşlik" sloganları daha sonraki yıllarda kadınların ve tüm emekçilerin mücadelesi ile ete kemiğe bürünmüştür.

Demokrasi ve insan hakları gibi, barış da bugün bütün insanlığın ortak talebi haline gelmişse, artık o yeni dünya düzeninin barışı değildir. Sonuçlarını geniş halk kesimleri lehine çevirmek, örgütlü bir mücadele ile sağlanabilir.

Sorunlara barışçıl çözüm yöntemleri günümüzün koşullarına göre kaçınılmazdır. Bu da daha çok demokratik çözüm ve ekonomik kalkınmaya dayalı bir istikrarı öngörmektedir.Bunun için de yoğun görüşme, diyalog ve ittifaklar ortaya çıkmaktadır.

Diktatörlükler çağı sona ermiştir. Demokratikleşme artık kaçınılmaz bir süreç durumundadır. Ülkeler demokratikleşmeyi, insan haklarını, düşünce ve inanç özgürlüğünü; etnik, kültürel, dinsel farklılıkları hoş görmeyi, hukukun üstünlüğünü, sorunları diyalog yoluyla çözmeyi benimsemeden çağı yakalayamazlar.


Değerli Parti Temsilcileri,

Bugün uluslar arası politikalarda yaşanan hızlı de£gıs£imler beraberinde bölgesel birlikleri getirmektedir. Özgül kimliklerin ve yerel özelliklerin de korunduğu ama bölgesel düzeyde işbirliğini, karşılıklı etkileşimi sağlayan bölgesel birlikler demokratik olduğu oranda kazandırıcı nitelik taşıyacaktır.

Ortadoğu'da demokratik değerlerleri esas alan güçlü bölgesel birliklere ihtiyaç var. Kendi birliğini yaratmış bir Ortadoğu, barış ve ekonomik gelişkinliği yaşayan bir bölge olacaktır. Bu temelde Filistin ve Kürt sorunlarının acilen çözülmesi gerekiyor. Bu iki soruna bölge halklarının irade ve kimliklerine saygı temelinde çözüm bulunduğunda, Ortadoğu barışının kapısı aralanmış olacaktır. Filistin'de çözüm; İsrail ve Filistin halklarının gönüllü birliğine dayalı federatif bir yapıdan geçer. Kudüs her iki halk için de kültürel, tarihsel bir miras konumundadır ve bölünmemelidir.

Kuzey Irak'ta ise, dışa bağımlı çizgi bölge halkına fayda getirmediği gibi, komşu halklarla geliştirilebilecek demokratik birliği de güçleştirmektedir. Bölgedeki siyasal güçlerin bu konuda kısa vadeli çıkarlarını değil bölge halklarının ortak çıkarlarını esas almaları gerekir.

Değerli HADEP'li Arkadaşlarım Değerli Konuklarımız,

Bu genel çerçeve içinde Türkiye'ye baktığımızda da karşımıza benzer iki boyutlu bir tablo çıkmakta. Bir yandan iç açıcı olmayan bir manzarayla karşılaşırken, diğer yandan çağı kucaklayacak dönüşüm ve demokratikleşme dinamiklerini görüyoruz.

Türkiye'deki üretim düzeyi dünya ortalamasının altındadır. Milli gelir düşük ve bu düşük milli gelirin dağılımı ise adaletsiz sözcüğünün ifade edebileceğinden daha vahimdir. Milli gelirden nüfusun en yoksul % 20'lik grubu yüzde beşin altında pay alırken en zengin yüzde yirmilik grup yüzde ellinin üzerinde pay almakta ve DPT verilerine göre 17 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırında yaşamaktadır.

Büyük sanayi kuruluşlarının karları üretimden değil faizden gelmekte, yatırımlar durmuş, altyapı tesisleri çökmektedir. Enerji açığını kapatmak için ihtiyaç duyulan 6 milyar dolar bulunamazken batık bankaların devlete maliyeti 6 milyardan çok daha fazladır. Bu para, siyasetçi- mafya- işadamı üçlüsü tarafından, halkın gözü önünde yok edilmiştir.

Susurluk olayını örtbas eden sistem, susurluk zanlılarına parlamentoda yer vermiştir.

Siyasi tutuklu ve hükümlülerin can güvenliği sağlanmazken, mafya babaları cezaevlerinde konfor içinde yaşıyorlar.

Türkiye'de nüfusun %17'si okur yazar değil, genel olarak eğitim düzeyi düşük, her yıl yüz binlerce genç üniversite kapısından dönüp işsiz ve umutsuz kitlelerin arasına katılıyor.

Çarpık kentleşme dolayısıyla yaşam kalitesi her geçen gün düşmekte, rant uğruna doğa tahrip edilmektedir.

Cezaevleri sorunu içinden çıkılmaz bir hal almış, F tipi cezaevi konusundaki kör ısrar, insanlık dışı bir çözümü dayatmaktadır.

Türkiye Kopenhag siyasi kriterlerine uygun düzenlemeleri yapma ve AB'ye taahhütlerini yerine getirme kararlılığını bir türlü gösteremiyor. Yasalarında idam cezası bulunan bir ülkenin AB'ne giremeyeceği bilindiği halde, bu konuda somut adım atılmamakta ve halen 12 Eylül anayasası hüküm sürmektedir.

Bu tabloyu yaratan sebep, siyasi iktidarların bu güne kadar de£gıs£meden sürdürdükleri politikalardır. Katı merkeziyetçi, bürokratik sistem, Sünni-Müslüman ve Türk kimliği dışında, hiçbir kimliğin ifade edilmesine izin vermemiş, kimlik farklılıklarını yok etmeye çalışmıştır.

Bunun yarattığı sonuç ise on binlerce ölü, yüz binlerce yaralı, binlerce faili meçhul cinayet, binlerce tahrip edilen ve boşaltılan köy, göçe yoksulluğa mahkum edilen milyonlarca insan ve yukarıda resmedilen tablodur.

Değerli arkadaşlar,

Türkiye bu tabloya mahkum edilmemelidir.

Bu ülkenin insanları olarak bunu hak etmiyoruz.

Bütün bunların nedeni olarak son yirmi yıllık şiddet ortamı gösteriliyor.

Oysa sorunlar ondan önce de vardı ve son yirmi yılda yaşananlar da uygulanan yanlış politikaların sonucudur.

Şimdi önemli bir tarihsel kavşakta bulunmaktayız.

İç barışın ve demokratikleşmenin önünde engel olarak gösterilen şiddet sona ermiştir. PKK, demokratik düzenin bir unsuru olmak istediğini açıklamış ve silahlı güçlerini sınır dışına çekmiştir. Demokratikleşme ve kalkınmanın sağlanması için kullanılması gereken önemli bir fırsattır bu gelişmeler.

Barış doğrultusunda atılan adımların sağladığı avantajla AB kapısını aralayan Türkiye bu fırsatı değerlendirmelidir. Başta Kürt sorununun çözümü olmak üzere evrensel hukuk kurallarına uygun demokratik açılımlara gitmelidir. Üstelik bunu AB'nin önüne koyduğu ev ödevi olarak yapmamalı, Türkiye'nin çağı yakalamasının gereği olarak, bu ülkenin insanları hak ettikleri için yapmalıdır. Demokratikleşme, ülkenin kendi içsel dinamikleri ve halkın sahiplenmesi ile gelişmeli, bunun önündeki engeller kaldırılmalıdır. Zaten gerçek demokrasiler, ancak emekçilerin; etnik kimliğinden, dini inancından, cinsiyetinden dolayı ayrıma uğrayanların, dolayısıyla demokrasiye ihtiyacı olan kesimlerin örgütlü mücadelesiyle kalıcılaştırılabilir.

Her şey devlet için anlayışı, demokratik taleplerin, temel hak ve özgürlüklerin önünü kesmekte, demokrasinin yerleşmesini engellemekle toplumsal barışı da tehdit etmektedir. Demokratik gelişmenin önündeki yapısal engellerin görülmesi gerekiyor.

Türkiye'de devlet;

-Bütün bir toplumu yukarıdan aşağıya şekillendirmeye çalışan karakteriyle,
-Siyasal alanı egemenliği altında tutan vesayet rejimiyle,
-Hala düşünceyi suç sayıp cezalandıran yasal düzenlemeleriyle
-Farklı etnik aidiyetleri yok sayan "tek ulus" anlayışıyla,
-Sosyal devlet anlayışına uymayan ekonomi politikalarıyla
-Emeği ile geçinenleri yoksulluğa ve açlığa mahkum eden düzenlemeleriyle
-Demokratik ve bilimsel olmayan, cinsiyet ayrımcılığı içeren, kalitesiz eğitim sistemiyle
-Merkezci bürokratik yapısıyla
-Gelir dağılımı ve vergilendirmedeki adaletsiz sistemiyle
-Mafya ve çetelerle iç içe siyasal yapılanmasıyla
-Demokratik muhalefet gösterilerini copla ve kaba kuvvetle bastırmaktan başka yaklaşım geliştiremeyen, işkenceyi sistematik soruşturma yöntemi olarak gören, halkın özgür iradesinden korkan tutumuyla sorunların ana kaynağı olarak karşımızda durmaktadır.

Demokratikleşmeye buradan başlamak gerekir. Biz HADEP olarak şeffaf, denetlenebilen bir devlet yapılanmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyoruz.

Demokratikleşme ülkemizin acil sorunudur. Mevcut bunalımlardan ve sıkıntılardan kurtulmanın çıkış yolu, daha çok demokrasi ve daha fazla özgürlük anlayışının kabulünden geçer.

AVRUPA BİRLİĞİ

Değerli arkadaşlar,

Biz Türkiye'nin AB'ne girmesini savunan bir partiyiz. Ama aynı zamanda Avrupa'nın Kürt sorununda olduğu gibi kimi temel sorunlarda sergilediği yetersiz yaklaşımlarını da eleştiriyoruz. AB Kürt sorunun çözümünde yapıcı rolünü oynamalıdır. Türkiye'nin demokratikleşme çabalarına destek olmalıdır.

8 Kasımda Türkiye'ye sunulan Katılım Ortaklık Belgesi bize göre Kürt sözcüğüne yer vermediği için eksik; ayrıca idam cezasının kaldırılması, OHAL gibi aciliyet arz eden sorunların çözümünü orta vadeye yayması dolayısıyla yetersizdir. Ancak bir bütün olarak ele alındığında olumlu bir belgedir.

Belgede önerilen hususlar geniş bir zaman dilimine yayılmadan uygulamaya konmalıdır. Geciktirici ve engelleyici tutum Türkiye'ye kaybettirir. Kopenhag Kriterlerine uygun demokratik bir siyasal ve hukuksal düzen ne kadar erken oluşturulabilirse o kadar çok kazandırıcı olur.

Değerli Arkadaşlar,

Mevcut hükümete önerimiz; bu hayati konuda tüm siyasal partilerin ve sivil toplum örgütlerinin desteğine dayalı geniş bir konsensüs oluşturulmasıdır. HADEP'in bu geçiş sürecinde oynayacağı tarihsel rol göz ardı edilmemelidir.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYALI DEMOKRATİK DEVLET


Değerli Konuklar, Partimizin fedakar emekçileri,
"Devleti demokratikleştirmek" demek her şeyden önce bir baskı aracı olmaktan çıkartmak demektir.

Demokratik devletin yurttaşları tüm farklılıklarına rağmen özgür ve eşittirler. Böyle bir devlet hukukun üstünlüğünü esas alır. Katı bir resmi ideolojiye sahip antidemokratik devletlerde ise aslolan "hukuk devleti"oluşturmak değil, "devletin hukuku" nu korumaktır. Bireylerin özgürlüklerini güvence altına alma değil, devleti bireylere karşı koruma esastır.

Demokraside karar kılacaksa, öncelikle oligarşik yönetim anlayışı terk edilmelidir. Bireyi devlet için değil, devleti birey için esas alan bir anlayış hakim kılınmalıdır.

Cumhuriyetle birlikte devletin saltanatın emrinden çıkartılmış olması tarihsel bir kazanımdır. Ancak, çeşitli nedenlerle yeterli demokratik temelden yoksun olan cumhuriyetin, oligarşik bir yapıya evrildiği de bir gerçektir. Bugün yaşadığımız tüm sıkıntıların temelinde de bu yatmaktadır. Cumhuriyet demokrasi ile bütünleştirilmiş, özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaklaşım temelinde kendini konumlandırabilmiş olsaydı, Türkiye bugün insanlarının daha mutlu olduğu, dünyada büyük saygınlığı olan bir ülke konumunda olacaktı.

Türkiye şansını henüz yitirmiş değildir. AB ile bütünleşme sürecinin hız kazandığı bu dönemde Türkiye'nin yapması gereken tek şey, önyargılarını ve korkularını bir tarafa bırakıp Cumhuriyeti demokratikleştirmek olmalıdır. Biz parti olarak Demokratik Cumhuriyet projesini, yüzyılla buluşma sürecinde "olmazsa olmaz" önemde bir koşul olarak görüyoruz.

ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR ANAYASA

Değerli Konuklar,

Ülkemizin en önemli eksikliklerinden birisi de hiç kuşkusuz demokratik olmayan bir anayasayla hala yönetiliyor olmasıdır. Devletin çıkarlarını korumak ve kollamak adına hazırlanan anayasalar darbe dönemlerinin eserleridir. Ülkemizde yürürlükte olan 1982 Anayasası demokrasi adına bir ayıptır. Devlet olabildiğince "kutsal bir güç" olarak yüceltilmiş, birey önemsiz bir ayrıntı olarak kabul edilmiştir. Yasakçı ve cezalandırıcı bir anayasa olmasına rağmen 82 Anayasasının bu güne değin de£gıs£tirilmemiş olması kabul edilemez.

HADEP 82 anayasasının tümden de£gıs£tirilmesi gerektiğine inanıyor. Türkiye'nin özgürlükçü bir anayasaya ihtiyacı var. Evrensel hukuk ölçülerine uygun toplumsal bir sözleşme sonucu ortaya çıkan ve herkesin temel hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi güvence altına alan bir anayasa hazırlanmalıdır. Anayasaların mantığı kadar hazırlanma süreçleri de demokratik olmak zorundadır.

İNSAN HAKLARI OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ

İnsan hakları yüzyılımızın en önemli konularındandır. Türkiye ne yazık ki, bir insanlık suçu olan işkencenin yaygın ve sistematik olarak uygulandığı ülkelerden biridir. Diğer yandan birçok alanda insan hakları ihlalleri sürmektedir.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı, Helsinki Nihayi Senedi, Moskova ve Viyana Bildirgeleri gibi tüm uluslar arası metinlerde altı önemle çizilen temel hak ve özgürlüklerin, "üst hukuk normları" olarak kabul edilmeli ve Türkiye'nin iç hukuku bu normlar doğrultusunda biçimlendirilmelidir.

DÜŞÜNCEDE ÖZGÜRLÜK VE ÇOĞULCULUK

Demokrasinin belirleyici ilkelerinden biri çoğulculuktur. "Düşünsel çoğulculuk" ilkesinin tahrip edildiği yerlerde, demokratik uygulamadan söz etmek mümkün değildir. Ülkemizde düşünce hala suç sayılmaktadır. Hiçbir yurttaşın iktidardakiler gibi düşünme mecburiyeti yoktur. Vatandaşlar en aykırı düşünceleri bile savunma özgürlüğüne sahip olmalıdır.

Hala bir kısım düşünceler "terör"le özdeş sayılarak ağır cezalara tabi tutulmaktadır. Yürürlükteki Terörle Mücadele Yasasının "düşünceyle mücadele yasası"na dönüştürülmesinin kabulü mümkün değildir.

Anayasa ve yasalarda varolan tüm engelleyici ve cezalandırıcı hükümlerin kaldırılmasını ve düşünce özgürlüğünün evrensel kriterlere uygun hale getirilmesini talep ediyoruz.

KADIN ÖZGÜRLEŞMEDEN TOPLUM ÖZGÜRLEŞMEZ

Değerli HADEP'liler,


Demokratikleşmenin önemli unsurlarından biri de kadınlara uygulanan baskı ve ayrımcılığın son bulmasıdır. Biz HADEP olarak kadınların ve erkeklerin ortak iktidarlaşmasını hedeflemekteyiz.

Kadınlara uygulanan ayrımcılık, baskı ve şiddet ortadan kalkmadan; özgür ve eşitlikçi bir toplumsal düzen kurulamayacağı açıktır. Kuşkusuz kaba ve biçimsel bir eşitlik yaklaşımı da bu hassas konuda yetersiz kalacaktır.

Erkek egemen sistemi dönüştürme projesinden yoksun olan bir yaklaşım, var olan sistem içerisinde olsa olsa kadını egemen erkeğe benzetecektir. Biz kadının geleneksel rollerine hapsolma ya da egemen erkeğe benzeme ikileminden kurtulması gerektiğine inanıyoruz. Bu konuda başta siyasi partiler olmak üzere her kesime önemli görevler düşmektedir.

Kadının özgürleşmesi, demokratik iktidarlaşmanın ön koşuludur. HADEP için Kadın özgürlüğü sorununu diğer toplumsal ve siyasal sorunlarımız içinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu aynı zamanda egemen erkeği ve antidemokratik sistemi dönüştürecek temel stratejik önemde bir konudur ve ertelenemez.

Daha eşitlikçi, özgür, barışçıl bir sistem için kadınlara uygulanan her türlü şiddet, baskı, ve ayrımcılığa son verilmelidir.

Savaşları kadınlar başlatmadı ama barış mücadelesi en çok onların emeği ile kazanılacaktır.

Kadınların toplumsal ve siyasal katılımı önündeki her türlü engel ortadan kaldırılmalıdır. Kadını küçük gören değer yargıları ile mücadele edilmeli, eğitim, istihdam gibi alanlara katılımda fırsat eşitliği sağlanmalı ve tüm bu engeller ortadan kaldırılana kadar pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.

SİYASAL ÇOĞULCULUK

Demokratik toplum, örgütlü toplumdur. Demokratik toplumlarda çeşitli kesimler kendilerini farklılıkları çerçevesinde örgütler ve bu yolla siyasal karar alma süreçlerine katılırlar. Demokrasi düşünsel çoğulculuğun yanı sıra örgütsel çoğulculuğu da içeren bir yönetim biçimidir. Herkesin bilmesi gereken gerçeklik şudur; demokrasi farklı düşüncelerin ve eğilimlerin varlığından değil, bu düşünce ve eğilimlerin yasaklanıp cezalandırılmasından zarar görür. Demokrasiyi riske eden; bu yasaklayıcı, baskıcı politikalardır.

HADEP demokrasi anlayışı gereği, siyasal partilerin savundukları görüşlerinden dolayı kapatılmasını kabul etmemektedir. Anayasada ve yasalarda siyasal partilerin kapatılmasına neden olan antidemokratik hükümler kaldırılmalıdır.

Hazırlanacak demokratik bir Siyasi Partiler Kanunuyla; bu ülkede yaşayan herkes kendi özgün kimliği ile parti kurabilmeli, halktan onay alması halinde de iktidarda kendi siyasetlerini özgürce uygulayabilmelidir.

Değerli arkadaşlar,

Türkiye'de siyasal yaşam üzerinde en etkili ve belirleyici olan gücün parlamento olmadığı bilinmektedir. Parlamentonun yetkilerinin sınırlandırılmasını öngören düzenlemeler kaldırılmalı, fiili tutumlara son verilmeli, MGK'ya yasada belirlenenin ötesinde bir misyon yüklenmemelidir.

DGM'LER KALDIRILMALI, İKİLİ YARGI SİSTEMİNE SON VERİLMELİDİR

Saygıdeğer konuklar,

Devleti halka karşı koruma gibi antidemokratik bir mantığın ürünü olan DGM'lerin hukuki bir temeli bulunmamaktadır. DGM'ler derhal kaldırılmalıdır. İkili yargı sistemine son verilmeli askeri mahkemeler sadece askeri suçlarla ilgilenmelidir.

KÜRT SORUNU İÇİN DEMOKRATİK BARIŞÇIL ÇÖZÜM PROJESİ

Değerli konuklar,


Türkiye'nin en can alıcı sorunu hiç kuşkusuz "Kürt sorunu" dur. Bunu çözmeden ne iç barışı sağlamak ne de eksiksiz bir demokrasiye geçmek olanaklıdır. Önce konunun adını doğru koymak gerekir ki, doğru çözümlere ulaşılsın.

Kimilerinin iddia ettiği gibi bu sorun sadece ekonomik geri kalmışlıkla ya da feodal toplum yapısıyla ilintili değildir. "Bölgeye daha çok refah götürürsek sorun çözülür" mantığıyla olaya yaklaşanlar, sorunun asıl nedenini göz ardı ediyorlar. Asıl sorun, farklılığı olan bir toplumun özgün kimliğini kabul edip etmemektir.

Kürtlerin yaşadığı bölgelerde daha çok aş ve iş gereksinimi olduğu inkar edilemez. Ancak çözümünün sadece aş ve işte olduğunu söylemek, özünü görmezlikten gelmektir. Bir kimlik sorunu olan Kürt sorunu, ancak farklılıkların kabulüyle ve tam bir demokrasi içerisinde çözülebilir.

Türkiye çok dilli, çok etnili, çok kültürlü ve çok dinli kozmopolit bir imparatorluğun mirasçısıdır. Mevcut çok kültürlülük olgusu, Türkiye için kültürel bir zenginliktir. Bunu resmi düzeyde yok saymak ve farklılıkları tek bir potada eritmeye kalkışmak, asıl sıkıntının kaynağını oluşturan bir politikadır.
Yaşanan onca acı deneyime rağmen Türklerle Kürtler arasında bir iç savaşın yaşanmamış olması; aslında çok kültürlü ve çok kimlikli bir ülke gerçekliğinin toplum tarafından benimsenip içselleştirildiğinin göstergesidir.

Devleti yönetenler toplum katında benimsenen bu olgunluğu görerek siyaset yapmalıdırlar. İnkar temelinde yapılan siyasetin ülkemizi ne hallere düşürdüğünü hepimiz çok iyi biliyoruz. Farklılıkları bir arada barış içerisinde yaşatmanın tek yolu, etnik eşitliğin ve farklılıkların kabulünün benimsenmesidir.

Bugüne kadar farklılıkları bir tek kimlik içinde eritmeyi amaçlayan "tek kimlikli" devlet siyaseti artık terk edilmelidir. Ülkemizde yaşanan acı gerçeklik, bir daha yaşanmaması gereken kan ve göz yaşıyla doludur. Bu acı sayfa bir daha açılmamak üzere kapanmalıdır.

Sevgili arkadaşlar,

Bu ülke hepimizin. Bu ülkede yaşayan hiçbir yurttaşın diğer bir yurttaştan ayrıcalığı ve üstünlüğü olmamalıdır. Hiç kimse ne mensubu olduğu kökenden ne de mensubu olduğu dinden ötürü üstün ve ya aşağı değildir. Herkes aynı haklara ve özgürlüklere sahiptir. Bir Türk'ün Kürt'ten, bir Müslüman'ın Gayrimüslimden fazlaca hakka veya özgürlüğe sahip olması, demokratik hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmaz.

Demokrasinin çokluk veya azlık kriteri yok, özgürlük ve eşitlik kriteri vardır.

Bir ülkede bir kısım yurttaşlar kendi ana dillerini özgürce konuşup geliştirme imkanına sahip, bir kısım yurttaşlar da hala bu olanaklardan yoksun ise; orada demokrasiden söz etmek mümkün değildir.

77 yılda tam tamına 28 ayaklanma olmuş, sonuncusu ise 9. Cumhurbaşkanı Sayın Demirel'in deyimiyle "en kapsamlı ayaklanma" düzeyinde gerçekleşmiş ve yaşanan tahribatların ardından yeni bir dönemece girilmiştir.

Bu süreçte resmi makamların ifadesine göre, 30 bin insan yaşamını yitirdi. Binlerce köy ve yerleşim birimi yok oldu. Milyonlarca Kürt köylüsü ülkenin diğer illerine, ülke dışına göç etti. Türkiye ekonomik olarak çökme noktasına geldi. Bu şiddet geride bıraktığı binlerce sakat ve malulun dışında, ayrıca ruhlarda da büyük tahribatlara yol açtı. Bu süreçte yaşamını yitirenler bu ülkenin insanlarıydı.

Bu acılı süreçte uyuşturucu ve başka kirli işler sayesinde servetlerine servet katanlar da oldu. Devletin içinde yuvalanan susurluk ve benzeri çeteler kan ve gözyaşı üzerinden ekonomik ve siyasal rant elde ettiler.

Bu trajedi bir daha tekrarlanmamalıdır. Yaşanan acıların tekrarlanmaması için bir "barış anıtı" dikilmelidir. Bu topraklarda eşit ve özgür birlikteliği sembolize edecek bir "barış anıtı"nı, bir "kardeşlik anıtı"nı yükseltmenin zamanıdır. Herkesi bu konuda geniş yürekli olmaya çağırıyoruz. Acılar üzerinden siyaset yapılmasın. Akan kan da dökülen göz yaşı da hepimizindir.

HADEP barışı kalıcılaştıracak ve demokratikleşmeyi derinleştirecek her çözümün yanındadır. Kürt sorununun çözümüne ilişkin demokratik barışçıl çözüm projesinin esasları şöyle özetlenebilir:

1- Kürtler Cumhuriyetin asli kurucu ögelerinden bir olarak görülmelidir.
2- Devlet bölünme fobisinden kurtulmalıdır.
3- Kürt sorunu, siyasal demokratik uzlaşma anlayışı ile çözülmelidir.
4- Türkiye, tarihsel ve kültürel mirasıyla barışık bir ülke olmalı, temel hak ve özgürlüklerinden yoksun bıraktığı vatandaşlarıyla yeniden bütünleşmelidir.
5- Türkiye ülkenin etnik, dinsel ve kültürel farklılıklarını bir tehdit unsuru olarak değil, güçlendirici bir zenginlik olarak kabul etmeli, kendi siyasal düzenini ve anayasal sistemini bu demokratik anlayış üzerine kurmalıdır.
6- Türkiye sivil, demokratik ve açık bir toplum olmalı, bireysel özgürlükler ve kolektif haklar tüm vatandaşlar için eşit bir biçimde sağlanmalıdır. Anayasal vatandaşlığın kabul edilmesi inkarcılığı ve ayrılıkçılığı engelleyecektir.
7- Kürt kimliği ve kültürel hakları anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
8- Kürtlerin ana dillerini eğitim, yayın gibi her alanda özgürce kullanabilmeleri önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
9- OHAL kaldırılmalı, bölgede sürdürülen operasyonlar durdurulmalıdır.
10- Siyasi partilerin Türkçe'den başka dil kullanamayacaklarını belirten yasa hükmü kaldırılmalıdır.
11- Göç etmek zorunda kalan köylülerin tekrar kendi köylerine dönmelerine imkan tanınmalı; zararları tazmin edilmeli, insanca yaşayabilmeleri için uygun ortam sağlanmalıdır.
12- İsimleri de£gıs£tirilen coğrafik alanlara tekrar eski isimleri verilmelidir.
13- Kürtlerin kendi çocuklarına ana dillerinde isim verebilme hakları engellenmemelidir.
14- Koruculuk sistemine son verilmelidir.
15- Ayrımsız bir genel af çıkarılarak cezaevleri boşaltılmalı, ceza tehdidi nedeniyle yurt dışında yaşamak zorunda kalanların yurda dönüşü sağlanmalı ve bütün kısıtlılıkları kaldırılmalıdır.
16- Çıkarılacak genel ve ayrımsız af yasasıyla PKK'li silahlı güçlerin de demokratik sürece katılımları sağlanmalıdır.
17- Kültürel veya dinsel eşitlik, bireyin diline, dinine, kökenine ve kimliğine saygı gösteren bir anayasal vatandaşlık anlayışı temelinde benimsenmelidir.
18- İdam cezası kişilere indirgenmeden yasalardan çıkarılmalıdır.
19- Türkiye, iç hukukunu, altına imza attığı uluslar arası sözleşmelere uygun hale getirmelidir.
20- Halkın iradesinin gerçek anlamda mecliste temsil edilebilmesi için seçim yasası de£gıs£tirilmeli ve seçim barajı makul minimum seviyeye çekilmelidir.
21- F tipi cezaevlerinin yapımı durdurulmalı, ceza evlerinde insanca yaşam koşulları sağlanmalı, devlet güvencesi altındaki tutuklu ve hükümlülere karşı işkence suçlarının sorumluları ortaya çıkartılmalı ve cezalandırılmalıdır.

Yukarıda önerdiğimiz çözüm paketimiz Türkiye'nin siyasi ve idari sisteminin bir bütün olarak demokratikleştirilmesiyle yaşam bulacak olan bir projedir.

BASKICI DEĞİL DEMOKRATİK BİR LAİKLİK ANLAYIŞI

Değerli konuklar,


Türkiye'de çok tartışılan konulardan biri de laikliktir. Bu tartışmalar bizce demokrasi ve laikliğin doğru bir biçimde algılanmamış olmasından kaynaklanmakta.

Laiklik ne 'dinsizlik' ne de 'din düşmanlığıdır. Laiklik toplumda var olan farklı dinsel inançlar ve topluluklar karşısında devletin eşit ve yansız davranmasını ifade eder. Laiklik 'din düşmanlığı" olmadığı gibi devlet ideolojisi de değildir. Dini siyasallaştıran anlayışlar ne kadar dine zarar veriyorsa, laikliği siyasallaştıran anlayışlar da o kadar laikliğe zarar verir. Sonuçta bu çatışmada zararlı çıkanlar gerçek dindarlar ile laikler olmaktadır.

Türkiye özgülünde yaşananlar da budur. Türkiye bu her iki zararlı eğilimden de kurtulmalıdır. Her şeyden önce dinin devlet denetimine bırakılmış olması, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla dinin kontrol altında tutulması, dahası dinin Sünni yorumunun, Sünni yorum içinde de bir tek mezhebin, resmi kabul görmesi, laiklikle bağdaşmaz.

Devletin dine bağlı olması ne kadar laikliğe aykırıysa, dinin devlete bağlı olması da o kadar aykırıdır. Türkiye'de laiklik adına sergilenen bu uygulama demokratik uzlaşıyı da zora sokmaktadır.

HADEP din ve vicdan özgürlüğünden yanadır. Dindar yurttaşların dini inançlarını sonuna kadar özgürce yaşamalarını savunuyoruz. Bu noktada devletin tarafsızlığı önem taşımaktadır. Ancak İslam'ın demokratik bir yorumunun da yapılması gerekmektedir.

Öte yandan milyonlarca Alevi yurttaşın ibadet ve inançlarını geliştirmesi önünde de ciddi engeller bulunmakta ve bu durum toplumsal çelişkileri derinleştirmektedir. Alevi inancına mensup kesimlere yönelik baskılar son bulmalıdır. İnançlardan kaynaklanan farklı yaşam tarzları sorun haline getirilmemeli ve kılık kıyafete indirgenmemelidir.

MERKEZİN TAŞRA ŞUBELERİ DEĞİL GÜÇLÜ YEREL YÖNETİMLER

Değerli arkadaşlar,


Demokrasinin be£sıg£i yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimleri güçlü olmayan bir toplumda demokrasi güçlenemez. Demokratik devlet, bütün yetkileri merkezde toplayan bürokratik merkeziyetçi bir devlet değildir. Tam tersine yetkilerin önemli bir kısmını yerel topluluğa devreden yerinden yönetim biçimidir.

Türkiye'nin siyasi idari sisteminin katı merkeziyetçi olması, halka güvenmemekten kaynaklanmaktadır. Bu durum hem halkın katılımını engellemiş hem yerel sorunların büyümesine yol açmıştır. Seçilmiş belediye başkanları ilçelerde ve illerde devletin atanmış memurları, yani kaymakamlar ve valiler tarafından denetlenen kişiler durumuna getirilmiştir. Belediye başkanları yargı kararı olmadan İçişleri Bakanı tarafından görevlerinden alınabiliyor olması, de£gıs£tirilmesi gereken bir durumdur.

HADEP yerel sorunların yerinde çözümlendiği güçlü demokratik yerel yönetimleri savunuyor. Merkeziyetçi bürokratik sistemler, yerel yönetimleri boğacak kadar devasa yetkilerle donatılmamalıdır. Eğitim, sağlık, trafik vb. işler yerel yönetimlere devredilmelidir.

Vali ve emniyet müdürlerinin seçimle işbaşına gelmeleri yerinden yönetim anlayışına daha uygundur. Siyasal iktidarların keyfi ve politik baskıları yüzünden yerel yönetimlerin çökme noktasına geldiği bilinen bir gerçekliktir. Özellikle HADEP'in kazandığı belediyelere uygulanan ayrımcı ve haksız tutumlar kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır. Bölge halkını verdiği oy dolayısıyla neredeyse cezalandırmaya yönelen koalisyon ortağı partileri bu tutumlarından dolayı kınıyor ve bu politikalarını terk etmeye çağırıyoruz. Türkiye'de güçlü bir demokrasi isteniyorsa öncelikle halka güvenilmelidir ve yerel topluluklara yetki devrini öngören güçlü, katılımcı bir yerel yönetim yasası çıkartılmalıdır.

Bölgede yıllardır uygulanan politikalar ve göç nedeniyle ortaya çıkan ekonomik sosyal sorunların acil çözümü gerekiyor. Bu nedenle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi hiçbir ayrım yapılmaksızın "afet bölgesi" ilan edilmeli ve buna göre bütçeden pay ayrılmalıdır.

HERKESE ÜCRETSİZ EĞİTİM HAKKI VE ÖZGÜR ÜNİVERSİTE

Türkiye'de çözümlenmesi gereken sorunlardan birisi de eğitim-öğretim sorunudur. Eğitim düzeyi yükseltilmeden ileri bir toplumu oluşturan akılcı, özgür ve eleştirel düşünen bireyleri yaratmak olanaksızdır. Otoriter ve kışla eğitimini anımsatan yöntemler ezberci, tekrarcı ve taklitçi bireyler yetiştirir. Eğitim düzeyi yükseltilmeden bir toplumun uygar toplumlar arasına girmesi güçtür. HADEP'in eğitim politikasına da bu ilkeler yol gösterici olacaktır.

Eğitimin demokratikleştirilmesi; ırkçı, şoven ve cins ayrımcı unsurlardan arındırılması, eğitimde bölgeler ve sınıflar arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi, bütçeden eğitime ayrılan payın arttırılması, eğitimin düzenlenmesinde ve yürütülmesinde yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin etkin olması sağlanmalıdır. Paralı eğitime son verilmeli, eğitim hakkından herkesin ayrımsız yararlanması sağlanmalıdır.

Mecburi din dersleri kaldırılmalı ve isteme bağlı hale getirilmelidir.

Herkes yeteneklerine göre kültürel ve sanatsal gelişim imkanlarından istifade edebilmelidir.

Anayasada da yer alan YÖK tümüyle kaldırılmalı; üniversitelerde demokratik, katılımcı bir yönetim sistemi oluşturulmalıdır. HADEP özgür ve özerk bir üniversiteden yanadır. Üniversitelerdeki antidemokratik uygulamalar son bulmalıdır.

Üniversiteler, her türlü düşüncenin özgürce üretilebildiği ve tartışılabildiği bilim kurumları olarak işlev görmelidir. Ayrıca üniversitelerde Kürdoloji kürsüleri de kurulmalı, Kürt kültürü, dili ve tarihi incelenmelidir. Kürt sorununun tarihsel, sosyolojik ve siyasal boyutları özgürce tartışılmalıdır.

Ana dilde eğitim hakkı önündeki yasaklar kaldırılmalıdır.


GENÇLİK

Sevgili Gençler


Ülke nüfusumuzun en az beşte biri gençlerden oluşmakta. Gençliğin toplumların en dinamik ve dönüşüme açık kesimi olduğu bilinmektedir. Tarihimizde gençlik önemli bir rol oynamış, büyük toplumsal sorumluluklar üstlenmiştir.

Büyük de£gıs£im ve dönüşüm sürecinde gerçekleştirdiğimiz kurultayımızda, gençliğe verdiğimiz önemi bir kez daha belirtmek isterim. Gençlik objektif konumu gereği de£gıs£ime ve dönüşüme, yeniye en açık toplumsal kesimi ifade eder. Bunun içindir ki de£gıs£ime önem veren ülkeler, siyasal, sosyal ve her alanda gençliği aktifleştirmeye ve karar süreçlerine katmaya büyük önem verirler. Ancak ülkemizde bu avantaj yeterince kullanılamamıştır. Yanlış politikalar ve yasakçı yaklaşımlarla genliğin politik yaşamdaki varlığı silikleştirilmiştir. Ülke sorunlarına eğilen bir gençlik yerine, onlara sadece pratik bir güç olarak yaklaşılmış, antidemokratik ve bilimsel olmayan bir eğitimle düşünce gücü köreltilmek istenmiştir.

Biz bir gençlik partisi olduğumuzu iddia ediyoruz. Partimizin kuruluşundan bu yana gençlik çalışmaları önemli bir yer tutmuştur. Gençliğin özgünlüğünü tanıyan ve gelişimi önündeki engelleri ortadan kaldıran bir parti olmakla yetinmiyoruz. Kol faaliyetlerini daha da hızlandırarak, parti ve ülke geleceğinde daha fazla söz sahibi olmaları için gerekli olanakları yaratmaya çalışıyoruz. Geleceğin demokratik toplumunun gençlerin aktif katılımıyla kurulacağı inancıyla tüm gençleri aktif politikaya çağırıyoruz.

EKONOMİK YAŞAM VE SOSYAL POLİTİKA

Sevgili Arkadaşlarım


Üretimi toplumda hakça dağıtmadan demokrasi ve özgürlüklerden bahsetmek anlamsızdır. Tüm toplumu ilgilendiren ekonomi politikaları ve bunların sonuçları büyük önem taşımaktadır. Ekonomik temeli olmayan ifade özgürlüğü ve demokrasi eksik kalmaktadır. Bu nedenle günümüzde emperyalizm, tekeller ve çok ülkeli şirketlerin güçleriyle başta emekçiler olmak üzere tüm demokratik güçler arasındaki mücadele yoğunlaşmış bulunmaktadır. Bu dönemde, ilerici, demokrat ve yurtseverlere büyük görevler düşmektedir.

Özellikle de son yirmi yıldır sürdürülen uygulamalar ile bir avuç insan zenginleştirilirken, toplumun büyüt kesimi bitmek bilmeyen istikrar politikaları ile yoksullaştırılmıştır. Bu yetmezmiş gibi ülke kaynaklarının büyük bir bölümü küçük bir mutlu azınlığa aktarılmış, bu politikalar sonucu Cumhuriyet döneminin en bozuk gelir dağılımı ortaya çıkmıştır.

İhracata yönelik sanayileşmeyi destekleme adı altında sosyal refah devletinden uzaklaşılmış, 1980 sonrası izlenen iktisat politikalarıyla emekçilerin, milli gelirdeki payı düşmüş, sermayenin karlarının artışına rağmen beklenen sanayileşme gerçekleşememiş, bu politikalardan toplumun büyük bir kesimi zarar görmüştür.

Ekonomik gelişme açısından kaynakların daha üretken alanlara yatırılması ve toplumun refahının arttırılması için yeni politikaların izlenmesi gerekmektedir. Toplumsal ve siyasal alanda olduğu kadar ekonomik alanda da demokratik bir gelişim için "Plan" hazırlanmalıdır. Bu planın temel hedefleri demokratikleşmenin önündeki engellerden biri olan tekelci büyük sermayenin egemenliğini kırmak, gelir dağılımındaki bozukluğu gidermek, yoksulluğu ortadan kaldırmak, sanayileşmeyi sağlamak olmalıdır.

HADEP ekonomideki tüm olumsuzlukların denetim altına alınmasını demokrasimizin güvencesi olarak görmektedir. Ekonominin rant ekonomisinden çıkarılıp geniş halk kitlelerinin ve gerçek üreticilerin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesini, adil paylaşıma dayalı bir düzeni savunmaktadır. Kaynaklar vurgunculardan kurtarılmalı ve sosyal devlet ilkelerine uygun olarak gelir dağılımını düzenleyici, çalışanların refahını yükseltici, istihdam yaratıcı üretken alanlara aktarılmalıdır. Bütçeler toplumsal refahı arttıracak şekilde düzenlenmelidir. Emekçilerin vergi yükü hafifletilmelidir.

Sağlık, eğitim ve çalışma hayatı ile ilgili alanlarda toplumun büyük kesimi ihmal edilmiştir. Eğitim ve sağlık alanında özelleştirmeye başvurularak, kamusal bir hak olan bu hizmetler kar alanına dönüştürülmüştür. Böylece toplumun yoksul kesiminin sağlık ve eğitim hakkı elinden alınmıştır. Sağlıklı yaşam her kesin hakkıdır. Bunu gerçekleştirmek için sağlık hizmetleri parasız olarak verilmelidir. Sosyal devlet bunu sağlayabilen devlettir.

Sosyal güvenlik reformu adı altında gerçekleştirilen düzenlemeler ise çalışanların geleceğe güvenle bakma haklarının ellerinden alınmasından başka bir şey değildir. Nüfusun beşte birinin sosyal güvenlik, dörtte birinin de sağlık sigortası kapsamı dışında olduğu bir ülkede bu düzenlemelere reform demek mümkün değildir. Sosyal güvenlik sistemi İMF 'nin dayatmaları ile daraltılmamalı aksine, tüm çalışanlar sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmalıdırlar.

Sosyal sigortalar sistemi güçlendirilmelidir. Tahsil edilemeyen, her seferinde af edilen sigorta primleri toplanmalı, sosyal refahın arttırılması yönünde değerlendirilmelidir.

Çalışanların grevli, toplu sözleşmeli sendikal haklarının kullanmaları önündeki engeller kaldırılmalı, sendikaları baskı altında tutan %10 barajı uygulamasına son verilmelidir.

Çalışma saatleri azaltılmalı ve böylece işsizlere de iş olanakları yaratılmalıdır.

Kamu açıklarının kapatılması bahanesi ile KİT'lerin yok pahasına elden çıkarılmasına son verilmelidir. Emekçilerin vergileri ve sigorta primleri ile gerçekleştirilmiş olan bu yatırımların daha etkin ve üretken işletilmesi için, politik hesaplardan uzak özerk çalışabilecekleri bir düzenleme yapılmalıdır

Türkiye'de bölgeler arasında büyük dengesizlikler bulunmaktadır. Bazı bölgeler devlet eliyle yoğun bir biçimde desteklenerek kalkınmada ayrıcalık sağlanırken, öteki bölgeler ise uygulanan politikalar sonucu geri bırakılmıştır. Bu geri bırakmada politik etkenler belirleyici olmuş ancak yaşananlar bu yaklaşımın siyasal sorunları çözmediğini, aksine büyümesine yol açtığını göstermiştir.

Bu doğrultuda yürütülmekte olan GAP projesi büyük önem taşımaktadır. Ekonomik açıdan makro ölçekte bir proje olan GAP'ın aynı zamanda toplumsal ve siyasal sorunların çözümüne katkı sunacak bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Bu da ancak bölge insanının demokratik katılımı önündeki engellerin kaldırılması, projenin her aşamasında bölgenin özgün dokusunu tahrip etmeyecek tarzda yürütülmesiyle mümkün olacaktır. Bölgede düşünce özgürlüğü, basın –yayın, örgütlenme, kültürel gelişme ve siyasal temsil önündeki engeller kalktıkça GAP'ın aynı zamanda bir demokrasi projesi olması beklenebilir. Biz HADEP olarak bu projeyi yürütmede iddialıyız.

HADEP İKTİDARA

Özgürlüğün teminatı halkımız,
Değerli HADEP kadroları,
Barış emekçisi kadınlar,
Ve demokratik cumhuriyetin teminatı HADEP gençliği,

Onurumuzu, kimliğimizi, özgürlüğümüzü hangi amansız şartlarda elde ettiğimize bütün dünya tanıktır. Bu gerçekliğimizin bir ürünü olarak bu partiyi nasıl yarattığımıza ve nasıl bu günlere kutsal görevleri omuzlayarak getirdiğimize de tanıktır.

Bu kararlılıkla, inançla, kardeşliğin, özgürlüğün, eşitliğin, birliğin demokratik iktidarını kuracağımıza da tanık olacaktır. Mücadele azmimiz, demokrasi kültürümüz, barış sevdamız 21 yüzyılın demokratik Türkiye'sinin teminatıdır.

Bu ülke bizlerle demokratikleşecek. Bunu, daha fazla örgütlenerek, daha fazla kenetlenerek, daha fazla çalışarak başaracağız. Ülkenin sıraladığımız bunca sorununa ancak bizler; emeğe, insana, demokrasiye inanmış örgütlü halk çözüm getirebilir.

Biz HADEP olarak, toplumun ezilen, sömürülen, baskı altındaki tüm kesimlerinin, emeği ile geçinenlerin, yoksul köylülerin, kadınların, işsizlerin, doğa dostlarının, gençlerin, savaş karşıtlarının taleplerinin sözcüsü ve takipçisiyiz. Gücümüzü tüm bu kesimlerin örgütlü birliğinden alacağız.

Yarattığımız barış kültürüyle savaş kışkırtıcılarını, çeteleri mahkum edeceğiz. Demokratikleşmenin öncü dinamiği olma görevini üstleniyoruz. Milyonları demokratik bir cephede örgütleyerek iktidara taşımayı hedefliyoruz. Oligarşik cumhuriyeti demokratikleştireceğiz. Hepimiz bu sürecin emekçisi, kadrosu, yürütücüsü olmaya hazırlanmalıyız. Kongremiz bunun itici gücü olmalıdır.

Değerli Konuklar,
Barışsever Hadepliler,


Demokratik yeniden yapılanma, büyük bir çaba ve olgunluk gerektirir. Demokratik de£gıs£im ve dönüşüm ancak büyük bir barış projesiyle gerçekleştirilebilir.

Halkımızın ve Türkiye'nin en büyük ihtiyacı da budur. Artık birbirimizi anlamalı ve birbirimize güven duymalıyız. Daha vakit kaybetmeden gerekli adımları atmak zorundayız. Kimse güven sarsıcı söz ve eylem içinde bulunmamalı, aksine herkes güveni pekiştirici tutum ve davranışlar içine girmelidir. Özlemini çektiğimiz kalıcı bir barışa giden yol böylece başlar. Barış bu topraklarda yeşermeli ve kök salmalıdır. İlanihaye birlik içinde yaşamanın yolu da buradan geçer. Birbirimize şans tanımalı ve hep beraber kazanmalıyız. Başka alternatifimiz de zaten yoktur.

HADEP Kongresini izleyenlerin buradan verdiğimiz mesajları çok iyi anlamalarını istiyoruz. Biz söylediklerimizde son derece samimiyiz. Kimse arkasında başka niyetler aramamalıdır. De£gıs£en dünya ve Türkiye ile beraber biz de de£gıs£iyoruz. Sürekli kendimizi yenilemenin çabası içinde olacağız. Geçmişte yanlış anlaşılmamıza sebep olacak hatalarımız da olabilir. Derin bir muhasebatla güven verici politikalar geliştireceğimizden kimse kuşku duymamalıdır.

Biz kendimize güveniyoruz, halkımıza güveniyoruz, yakın bir gelecekte demokratik bir ülke ve demokratik bir toplum ortamında barış içinde bir arada kardeşçe yaşayacağımız günleri göreceğimize yürekten inanıyoruz.

Geçmişin tahribatlarını tamir etmek için seferber olmalıyız. Kalıcı bir barış için el ele vermeliyiz.

YAŞASIN BARIŞ,
YAŞASIN KARDEŞLİK,
YAŞASIN DEMOKRASİ,


Sizlere, Türkiye ve dünya kamuoyuna en sıcak sevgilerimizi ve en içten saygılarımızı sunuyoruz.

26.11.2000
Ahmet Turan DEMİR
HADEP Genel Başkanı