|
HADEP' IN 2000 YILI PERSPERKTIFLERI
A/DÜNYA
1.Yeni Dünya Düzeni, küreselleşme sürecinde dünya, temel hak ve özgürlükler:
21.yüzyılda dünya globalleşmiş ve neredeyse tek bir devlet haline gelmiş bulunmaktadır. Artık dünyanın her yerinde genel geçer evrensel kurallar bütününe ulaşma çabası görülmektedir. Globalleşen dünyanın temel özelliklerinden biri insan hak ve özgürlüklerinin her kurum ve devletin uymak zorunda olmasıdır. Yaşlı gezegenimiz 1970'lerden bu yana yeni bir demokratikleşme atılımına sahne olmaktadır. 70'li yıllarda Portekiz, Ispanya ve Yunanistan demokrasiye geçişi ya da yeniden dönüşü yaşadılar. 1980'ler, özellikle Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere, askeri-bürokratik rejimlerin önemli bir kısmının çözüldü?ü yıllar oldu. 1990'dan sonra da, reel-sosyalist sistemlerin da?ılmasıyla birlikte Avrupa ve Asya'da yeni demokratik rejimler dünya sahnesine girmeye başladı. Bu dönüşümlere paralel olarak, gelişmişlik/azgelişmişlik kavramlarının içeri?inde de hissedilir bir deðişme yaşanmaktadır. 1950'ler dünyasında gelişmişlik/azgelişmişlik özellikle ve öncelikle sosyo-ekonomik ölçülerle kavranan kategorilerdi. Günümüzdeyse, sosyal ve ekonomik gelişmişlik/ azgelişmişlik ölçütlerinin yanı sıra siyasal birtakım de?erler de ön plana çıkmaya başlamıştır. "Gelişme" artık siyasal modeli de içeren bir kavramdır. Bu açıdan, bir ülkenin rejiminin demokratik olup olmaması, o ülkenin gelişmişlik düzeyiyle de yakından ilgilidir. Yakın tarihte sistem de?işikli?i yaşayan bazı Avrupa ülkelerine bakalım. Baltık ülkeleri, Polonya, Macaristan, çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan, vb. gibi ülkelerin ekonomik bakımdan ciddi sorunlarla baş başa oldukları açıktır. Şu var ki bunlar, tarihlerinden gelen çok ciddi demokrasi birikimlerinin de bulunmamasına karşın, son 5-6 yılda demokrasi yolunda önemli başarılar göstermişlerdir. O kadar ki, ekonomik durumları bakımından Türkiye'den çok daha iyi bir düzeyde bulunmayan bu ülkeler, insan haklarına ve hukuk devletine dayalı ço?ulcu-özgürlükçü demokrasi yolunda daha şimdiden Türkiye'nin önüne geçmişlerdir. Aynı gözlem, demokrasi ile askeri rejimler arasındaki gelgitleri sürekli yaşaya gelmiş olan bazı Latin Amerika ülkeleri için bile geçerlidir; bunların da önemli bölümü, siyasal modernleşme ya da demokratikleşme yönündeki yürüyüşlerini hızlandırmış bulunuyorlar. Insan hakları ve özgürlüklerini esas alan bazı çalışmalarda Türkiye'nin bu dallardaki performansı birtakım Latin Amerika, hatta Asya ve Afrika ülkelerinden bile geride görünmektedir (Örne?in, "Freedom in the World, Freedom House" raporları). Bu araştırmalarda kullanılan nicel bilgilerde ve yöntemlerde bazı kusurlar bulunabilir. Fakat bunların, yukarıda aktarılan tablonun esasını sakatlayacak çapta olmadı?ı kabul edilmelidir. Bunun da kanıtı ve tanı?ı, Türkiye'de yaşananlar ve yaşayanlardır.
2. De?işim ve dönüşüm zorunlulu?u Ortado?u ve Türkiye'yi demokratikleştirmeye zorluyor:
Dünya da esen globalleşme rüzgarının Ortado?u'yu da etkileyece?i kuşkusuzdur. Sorunların demokratik ve barışçı çerçeve içinde çözümü başat bir sorun olmaktadır. Nitekim Israil-Suriye arasında başlayan görüşmeleri, Iran'da yaşanan gelişmeler vb. sayabiliriz. Uluslararası konjonktür de lehtedir; dünyada esen rüzgar demokrasi yönündedir. Türkiye'nin demokratikleşme programını gerçekleştirememesi, uluslararası camianın önemli merkezlerinden kopması ve dışlanması anlamına gelecektir.
3.Türkiye'nin AB sürecine girmesi ve yükümlülükleri/Kopenhag kriterleri Tüm bu konjonktür içinde Türkiye'nin AB'ye adaylık süreci önemli görülmelidir.
Kürt sorununun da yakalanan şans, Türkiye'nin dış politikasında yeni bir çehreye kavuşturmuştur.
B/TüRKIYE
1.Temel sorun Demokratikleşmedir. Oligarşik Cumhuriyet yerine Demokratik Cumhuriyet kurulmalıdır.
Demokratikleşme, Avrupa'nın en az üç yüzyıla yaydı?ı ve kademe kademe çözdükleri temel toplumsal sorunların üzerine inşa edilmiştir.
Bu temel toplumsal sorunların başlıcaları şöyle sıralanabilir:
Feodal parçalılıktan uluslaşmaya ve ulusal devlete, ortaça? ekonomilerinden ilk sermaye birikimine ve kapitalizme, merkezi mutlak monarşilerden meşruti monarşilere ya da cumhuriyetlere, teokratik ya da yarı teokratik sistemlerden laik ya da seküler sistemlere, sınırlı oy demokrasisinden genel oy demokrasisine, klasik-liberal demokrasiden sosyal demokrasiye ve sosyal haklar sistemine, klasik adalet anlayışından sosyal adalet anlayışına, köylülükten kentlili?e geçiş, vb. Türkiye ise yukarıda örneklenen sorunların hemen hepsiyle son 70 yıl içinde aynı anda karşı karşıya kalmıştır. Temel sorunların bindirmeli ve katmerli karakteri, Türkiye'de demokratikleşmeyi zorlaştıran tarihsel nedenlerden biridir.
Buna ek olarak Türkiye, Orta Do?u'nun ve Islam dünyasının hassas bir bölgesinde şu iki yakıcı sorunun da kuşatması altındadır:
Laiklikle islamı, ulusal devlet ile farklı etnik kimlikleri demokrasi içinde barıştırmayı denemek. Bu gelişmeler, bir ülkede "demokrasinin alarm çanları"nın çalıyor sayılması için yeterli kabul edilmelidir. Buna karşı, ayrılıkçı şiddetin demokratikleşmeyi engelledi?i ileri sürülecektir. Ancak bu bakışın iki temel zaafı vardır. Birincisi, terörün do?uşunda sadece "dış mihraklar" söylemine ba?lı kalmak, demokrasi ve özgürlük eksi?inin bundaki payını hesaba katmaya yanaşmamaktır. Ikincisi, otoriter uygulamalara, ola?anüstü hal rejimine ve hatta hukuk devleti anlayışına sı?mayan bazı uygulamalara karşın, terörün hala devam ediyor oluşudur Demokrasi, yalnız iktidarın kayna?ını halkta buldu?u bir rejim de?il, aynı zamanda insan hakları ile de sınırlanmış bir sistemdir. Demokratik teori ve prati?in, devletin ve iktidarların sınırlanması bakımından getirdi?i bir başka unsur, hukuk devleti kavramıdır. Bununla kastedilen, devletin ve siyasal iktidarın "demokratik" nitelemesine hak kazanabilmesi için, hukukun üstünlü?ünü kabul etmesidir. Bu da, hukukun genel ve evrensel ilkelerine uygunlu?un yanısıra, ulusal anayasaya uyma borcunu beraberinde getirir.
2.Çatışmalı ortamın sona erişi büyük ve tarihi bir şanstır.
PKK tarafından yıllardır defalarca ilan edilen ateşkeslere yanıt verilmemesi şiddetin uzamasındaki etkenlerden biridir. Buna karşın 1 Eylül 1998 tarihinde ilan edilen ateşkes sonrasında şiddetin kısmen durması ardından da 2 A?ustos 1999 tarihinde PKK'nin silahlı güçlerini sınır dışına çekmesi kararını alması ve uygulaması ve biri kırsaldan di?eri Avrupa'dan olmak üzere iki Barış Grubu' nun Türkiye'ye gelmesi bugünkü sürecin önünü açan temel tarihsel gelişmelerdir. Türkiye'nin AB sürecinin başlaması, Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkilerin yumuşaması, gibi demokratikleşmeye ilişkin adımların daha güçlü atılması gerçe?inin toplumca anlaşılması, hatta Hizbullah cinayet şebekesinin açı?a çıkarılması gibi tüm gelişmeler şiddete son verilmesiyle ba?lantılı oldu?u açıktır. Türkiye'de tüm demokratik gelişmelere karşı öne sürülen gerekçeler şiddet ve terör idi. Ayrıca bu olgu aşırı sa?, faşizan güçlerin kendilerine taban yaratmada kullandıkları en önemli gerekçe idi. Sadece çatışmalarda ölen asker cenazeleri üzerinde politika yapmayı ö?renenler cenaze gelmedi?i zaman boşlukta kaldılar ve yeni arayışlara girdiler. Türkiye'de demokrasi ve sol/sosyal demokrat hareketlerin gelişme zemini yakalanmıştır. Türkiye'nin önüne sol bir iktidar alternatifi konmanın en uygun zamanı oldu?unu düşünüyoruz. çünkü son gelişmelerle görüldü?ü gibi Devlet katındaki çözülme, sivil toplum ve halk katında da izdüşümlerini bulmaktadır. Siyasal partiler seçenek üretememektedir. Bunların en önde gelenlerinin oy oranı genel seçmenin beşte birine zorlukla ulaşabilmektedir. Siyasal yaşamda da?ılma ve parçalanma esas e?ilimdir. Merkez partileri güç kaybına u?rarken, sa? uçtaki partiler yükseliştedir. Bazı kamuoyu yoklamalarına göre, halkın en çok güven duydu?u kurumların başında ordu gelmekte, parlamento, partiler ve siyasetçiler ise en son sıraları paylaşmaktadır. Sivil siyasal kurumlara duyulan güvensizlik giderek yaygınlaşmaktadır. Bu nedenle yakalanan bu tarihsel gelişme zeminin ayırdında olarak Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu güne kadar yaşanan sorunların çözümsüzlü?ünden dolayı ortaya çıkan çatışmalı toplum gerçe?ine kesin olarak son vermenin yolu onun tarihsel-toplumsal nedenlerini ortadan kaldırmak olmalıdır. Aksi takdirde süreç sancılı ve çatışmalı olarak sürmeye devam edecektir.
3.Susurluk-Hizbullah-Mafya denklemi Türkiye'de demokrasiyi tehdit eden önemli iç güçlerdir.
Kuruluşu ve yapılanması yıllar öncesine varan köken itibariyle NATO'nun bünyesinde yer alan Gladio tipi örgütlenmenin Türkiye ayaklarının oldu?u ve bunun Türkiye'nin temel sorunlarının çözümsüzlü?üne yol açtı?ı tartışıla gelmiştir. Yıllar sonra Susurluk civarında meydana gelen trafik kazası sonrasında açı?a çıkan ve toplum tarafından tepkiye yol açan siyaset-polis-mafya ilişkileri ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Her ne kadar üzerlerine gidilmese de açı?a çıkma, deşifre olma durumları yaşandı. Bu tür illegal hukuk dışı kuruluşların en fazla kullanıldıkları yerler Do?u ve Güneydo?u Bölgesi olmuştur. çetelerin, kontr-gerillanın, korucuların, Hizbullah adı altında örgütlenen cinayet şebekeleri kendi varlıklarını Bölgedeki Kürt sorununun çözümsüzlü?ü ekseninde bulabilmişlerdir. Kanserli bir hücre gibi toplumu ve devlet bürokrasinin kemiren bu kirli ilişkilerin son bulması aynı zamanda demokratikleşme mücadelesinin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Bu siyaset-mafya-bürokrasi üçgeni, mevcut demokrasiyi ulaşabildi?i mevzilerden bile geri götürme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır. Devlet ve idare katında saydamlı?ın iyice yok olması, siyasal ve yargısal denetim kanallarının tıkanması bu kirlenmenin hem nedenleri hem de sonuçları arasındadır.
4.HADEP, Türkiye'nin en önemli ve güçlü demokrasi hareketidir:
Partimiz, Türkiye'nin temel siyasal sorunlarına çözüm bulmak, ezilenlerin ve dışlananların taleplerine yanıt olmak üzere 1994 yılında kuruldu. Kendisinden önce kurulan HEP-DEP-ÖZDEP gibi kararlı bir demokrasi ve barış savunuculu?u yaptı. Bu çabalarının sonucunda 168 üye, yöneticisini yitirdi. Onlarca yaralı, tutuklusu oldu. Güvenlikten dolayı yurtdışına kaçmak zorunda bırakılanlar, işlerini, ekonomik kazanımlarını yitirenleri oldu.
5.HADEP, Türkiye'nin demokratikleşmesi için şunları söylüyor:
a)SIYASET SIVILLEŞTIRILMELIDIR
Devlet ve iktidar katındaki askeri otorite-sivil otorite Ilişkileri irdelendi?inde Türkiye'de demokrasinin bir "sivilleşme sorunu" oldu?u görülür. Genel ilke olarak
(1) Demokratik bir sistemde askeri otoritenin sivil otoriteye tabi oluşu,
(2) savunma ve iç güvenlik işlevlerinin birbirinden ayrı tutulması (dolayısıyla da askeri otoritenin sadece savunma ile ilgili olması, iç güvenlik sorumlulu?unun sivil otorite ve ilgili bakanlıklarca üstlenilmesi) gerekmektedir.
Çok cepheli bir sorun olan sivilleşmenin öne çıkan iki kesiti şunlardır:
Genelkurmay Başkanlı?ı ve Milli Güvenlik Kurulu.
1)HADEP olarak ,Parlamenter rejimin özelli?i, idari hiyerarşinin gerekleri ve savunma hizmetinin niteli?i açısından Genelkurmay Başkanlı?ı'nın başbakanlı?a de?il, bakanlı?a ba?lı ve ona karşı sorumlu olması gerekti?ini düşünüyoruz. Nitekim, NATO ülkeleri başta olmak üzere yerleşik demokrasilerde durum böyledir.
2) Milli Güvenlik Kurulu, geniş yetkili olup, oluşumu bakımından asker üye a?ırlıklıdır. Yalnızca sıkıyönetim, ola?anüstü hal gibi iç güvenlikle ya da "çekiç Güç" gibi dış güvenlikle ilgili rutinleşmiş konularda "tavsiye kararları" almamıştır. Bugüne kadar Bakanlar Kurulları tarafından eksiksiz olarak kabul gören MGK "tavsiyeleri" ekonomi, dış politika, e?itim, insan hakları, üniversite yönetimi ve akademik çalışmalar gibi konuları da kapsamaktadır. HADEP olarak Milli Güvenlik Kurulu'nun bir anayasal kuruluş olmaktan çıkartılarak , Anayasanın 118. Maddesinin yürürlükten kaldırılması gerekti?ini düşünüyoruz. Buna paralel olarak, 2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterli?i Kanunu da yürürlükten kaldırılmalıdır. Yasal ve anayasal dayana?ı bulunmayan, yarı askeri bir rejime yolaçma olasılı?ı da yüksek olan Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeli?i yürürlükten kaldırılmalıdır.
b)HUKUK REFORMU YAPILMALIDIR.
1.Anayasa de?iştirilmelidir. 1982 Anayasası bir yasaklar manzumesidir. Bu nedenle salt bazı maddelerinin de?il başta düşünce özgürlükleri olmak üzere, bütün temel hak ve özgürlükleri ciddi bir şekilde tehdit eden antidemokratik hükümleriyle birlikte Anayasa tümden de?iştirilmelidir.
2.Yasalar yeniden düzenlenmelidir. Başta Türk Ceza Kanunu, CMUK, TMK vb olmak üzere Anayasal de?işimlere ba?lı olarak yeniden ele alıp düzenlenmelidir.
3.Idam cezası kaldırılmalıdır. Türkiye dışındaki Avrupa ülkelerinde ölüm cezası ya tümden kaldırılmış (Avusturya, Danimarka, Federal Almanya, Izlanda, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, Isveç, Fransa, Ingiltere, Hollanda, Romanya, vb), ya da savaş halinde işlenen askeri suçlara ve vatana ihanet gibi sınırlı durumlara indirgenmiştir (Italya, Ispanya, Isviçre, vb.). ABD'de 39 eyalet ile Yeni Zelanda ve Avustralya da bu cezaya son vermişler, Kanada ile Israil ise sırf askeri suçlar için korumuşlardır. Latin Amerika'daki durum dikkat çekicidir. Bunların büyük bir kısmı üçüncü Dünya ülkesidir ve ölüm cezalarını ya tamamen kaldırmışlardır (Venezüela, Kolombiya, Dominik, Ekvator, Nikaragua, Honduras, Kostarika, Panama, Uruguay, vb.) ya da savaş haliyle sınırlamışlardır (Arjantin, Brezilya, Meksika). Türkiye, Avrupa Konseyi'ne üye ülkeler arasında, barışta ölüm cezasını kaldırmayı öngören 6 No'lu Ek Protokolü imzalamayan tek ülkedir. Yasalarda 40 kadar suçun cezası idamdır. Anayasada da ölüm cezasından söz edilmiştir. Ancak 1984 yılından bu yana, kesinleşmiş idam cezalarının yerine getirilmesi konusunda TBMM'nin istekli davranmamış, o tarihten sonra hiçbir infaz yasasının kabul edilmemiştir. HADEP olarak, AIHS'nin 6 No'lu Ek Protokolünün kabul edilmesini; yasalardaki ölüm cezalarına ilişkin hükümler yürürlükten kaldırılmasını savunuyoruz.
4.Genel af ilan edilmelidir. Türkiye'de yaşanan anti-demokratik süreç sonunda siyasal görüşlerinden ya da toplumsal çelişkilerden dolayı binlerce insan cezaevinde tutuklu ya da hükümlü olarak tutulmaktadır. Yeni bir sürecin başlatılması, toplumsal barışın sa?lanması ve konsunsüsün yaratılması için ayrımsız genel bir affı savunuyoruz, bunun mücadelesini veriyoruz.
5.Adil bir seçim yasasının hazırlanması, baraj sisteminin kaldırılması ve partiler arası seçim ittifakına olanak sa?lanması: Türkiye'de seçim sistemi iktidarda bulunan partilerin talepleri ve çıkarları do?rultusunda sıkça de?iştirilmektedir. Ancak tüm bu de?işiklerin ortak noktası di?er partilerin aleyhine hükümler taşımasıdır. Dünyanın hiçbir sisteminde görülmeyen %10 barajı milyonlarca oy alan partilerin şahsında kitlelerin temsil edilmemesi anlamına gelmektedir. Bazen seçmenlerin %20'sinin parlamento da temsil edilmedi?i görülmektedir. Ayrıca son üç yıldır Türkiye'yi koalisyon partileri yönetmesine ra?men, tek partinin iktidar olaca?ı dengenin ortadan kalkmasına ra?men halen resmi anlamda seçim ittifakları yapılmamaktadır. Bunun yerine partilerin "hile" ile seçime ittifak halinde girdikleri görülmektedir. HADEP olarak, tüm seçmenlerin oylarının de?erlendirilece?i, seçime giren partilerin eşit koşullarda olaca?ı ve isteyenlerin seçim ittifakı yapmalarına olanak tanıyan yeni ve adil bir seçim yasasının düzenlenmesini istiyoruz.
6.Sendikal hak ve özgürlüklerin tanınması. Türkiye'de emekçilere yasal olarak evrensel standartların gerisinde bir yaklaşım mevcuttur. Emekçilerin hak alma mücadelesi sonucunda bazı gelişmeler olmuşsa da halen özellikle kamu çalışanlarına grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınmamaktadır. Pek çok alanda da sendika kurma yasa?ı getirilmiştir. Partimiz emekçilerin sendikal hak alma mücadelesinin en önemli destekçilerinden biri olup, devletin sendikalar üzerinde mali ve idari denetimin, vesayetinin kaldırılmasına, ça?daş iş ve sendika yasalarının Türkiye'de de düzenlenmesine çalışmaktadır. çünkü , kamu görevlilerinin grev ve toplu sözleşme hakları anayasal güvenceye ba?lanmış olmamakla birlikte, Türkiye'nin taraf oldu?u Avrupa ve ıLO sözleşmelerinde ve bunların anlaşılma ve uygulanma biçimlerinde, kamu görevlilerinin de bu haklara sahip bulundukları esası kabul görmüştür.Bu nedenle, kamu görevlilerinin sendikal haklarıyla ilgili yasanın hazırlanmasında, bu uluslararası standart ve taahhütlerin göz önünde bulundurulması gerekecektir.
7.Düşünce,ifade ve örgütlenme özgürlü?ü önündeki engellerin kaldırılması. Rejimin anti- demokratik olmasının bir nedeni ve aynı zamanda sonucu olmak üzere düşünce ve ifadeye yönelik yasaklamalar ve cezalar oluşturmaktadır. Sorunların çözümsüzlü?ünün bu kadar derinleşmesinin bir nedeni de budur. Kimse karşısındakinin gerçek görüşlerini ö?renemez duruma gelmiştir. Türkiye adeta bir "sa?ırlar ve dilsizler ülkesi haline çevrilmek istenilmiştir. Anayasa ve yasalarda düşünceyi yasaklayan pek çok madde bulunmaktadır. Terörle Mücadele Kanunu'nda yer alan tipik "düşünce suçu", "Devletin Bölünmezli?i Aleyhine Propaganda" başlı?ını taşıyan 8. madde hükmüdür. Zaman içinde gevşetilmesine ra?men halen bir baskı ve tehdit unsuru olarak kalmaya devam etmektedir. Bu madde hükmünün çalıştırılamadı?ı durumlarda da, TCK md. 312 uygulanmakta ve kesin mahkumiyet kararlarına ulaşılmaktadır. Bu nedenle, yapılması gereken tek şey, TMK md.8'in kaldırılmasıdır TMK dışında da düşünce özgürlü?ünü kısan "düşünce suçu" niteli?inde olan ya da bu şekilde anlaşılıp uygulanan pek çok TCK hükümleri vardır. Bir kaçısnı saymak gerekirse, "kanunlara karşı gelmeye halkı teşvik ile memleketin emniyetine tehlike iras edecek surette makale neşredenler veya halkı askerlik hizmetinden so?utmak yolunda neşriyatta veya telkinatta bulunanlar"ı (md. 155) cezalandıran hüküm, maddelerin sıralanışı bakımından ilk başta işaretlenmesi gerekenlerden biridir. 155. madde hükmünün son yıllarda, savaş aleyhtarı düşüncelerin kovuşturulmasında uygulanmak istendi?i de görülmüştür. TCK md. 159'da, "Türklü?ü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisi'ni, Hükümetin manevi şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin askeri veya emniyet muhafaza kuvvetlerini veya Adliyenin manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif" suçu yer alır. Birçok yazar da bu maddeden yargılanmış ya da halen yargılanmaktadır. Partimiz, yukarıda da belirtildi?i gibi anayasa ve yasalarda bulunan düşünceyi açıkamayı suç sayan, bilim ve sanat özgürlü?ünü kısıtlayan, basın ve yayın özgürlü?ünü ortadan kaldıran ve cezalandıran maddelerin sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmasından yanadır.
8. Din ve Vicdan özgürlü?ü: Dinsel özgürlüklerin başında inanç özgürlü?ü gelir. Bunu, ibadet ve ö?retim özgürlükleri izler. i) Inanç özgürlü?ü, her türlü dinsel inanca sahip olabilmeyi ya da hiçbir dinsel-tanrısal inanca sahip olmamayı kapsar ve korur. Türkiye'de inanç özgürlüklerine hukuk ve yasa eliyle haksız müdahalenin en az iki önemli örne?i vardır. Birincisi, zorunlu din dersleridir. Ikinci örnek, 5. 5. 1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 43. maddesinin 1. fıkrasının kişinin "dininin" nüfus kütü?ünde gösterilmesini bildiren hükmüdür. ii.) Ibadet özgürlü?ü konusundaki sorunlar, ibadete zorlanmama ilkesinin bazı yöneticilerce çi?nenmesi şeklinde belirmektedir. iii) Din ö?retimi alanında sorun devlet katında ve laiklikle ilgilidir. Din ve dinler karşısında tarafsız olması gereken "laik" devletin kendisi din yayıcısı durumuna gelmiştir. Burada yayılmak istenen "din"in, ne derece aslına uygun oldu?u tartışma konusudur ve alanımız dışındadır. Devletin din yayıcılı?ı ve ö?reticili?inin üç önemli kanalı vardır: Diyanet Işleri Başkanlı?ı, Imam-Hatip Liseleri ve zorunlu din dersleri. Zorunlu din dersleri, inanç ve din özgürlü?üne de aykırıdır. Demokratik, laik ve insan haklarına dayalı bir düzende, devlet başkalarına zorla din ö?retme hak ve yetkisine sahip de?ildir.
HADEP açısından, din ve vicdan özgünlü?üne ilişkin olarak somut olarak önerilerimiz,
(a) 5. 5. 1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 43. maddesinin 1. fıkrasındaki "dininin" ibaresi metinden çıkartılmalısı
(b) Imam-Hatip Liseleri meslek lisesi statüsüne uygun bir yapıya kavuşturulmalı, imam ve hatip ihtiyacını karşılamaya yetecek sayıda Imam-Hatip Lisesi dışında kalanlar, genel ya da teknik liselere dönüştürülmelidir. Imam-Hatip Liselerine kız ö?renci kesinlikle alınmamalıdır.
(c) Kur'an kurslarının hepsi Milli E?itim Bakanlı?ı denetimine ba?lanmalı, ilkö?retimi bitirmeyenler buraya alınmamalıdır.
(d) Anayasa de?işikli?iyle din derslerine ilişkin hüküm metinden çıkarılmalıdır.
(e) Din e?itimi veren kuruluşlar ile din görevlilerini işe alma konusunda yapılacak sınavlar dışında, hiçbir sınavda din bilgisini yoklayan sorular sorulmamalıdır.
(f) Diyanet işleri Başkanlı?ı kurumu kaldırılmalıdır.
9. Işkence ve her türlü kötü muamelenin sona erdirilmesi. Bazı yasal de?işiklikler yapılmasına, göz altı süresi kısıtlanmasına ra?men kangrenleşen sorun henüz ortadan kaldırılmamıştır. Göz altı süresi halen özellikle OHAL Bölgesinde uzundur, gözaltına alınanların ailelerine anında haber verilmemesi, keyfi göz altıların yaygınlı?ı, göz altlarında kötü muamele, işkenceye yapanların yargı önüne çıkarılmaması ve caydırıcı cezaların verilmemesi gibi konular da düzenleme yapma ihtiyacı halen sürmektedir. üyeleri en fazla işkence ma?duru olan bir parti olarak insanlık suçunun ülkemizden ortadan kaldırılana kadar mücadelesini verece?iz.
10.Rejim ola?anlaştırılmalıdır. Türkiye bir ola?anüstü yönetim ülkesidir. Sıkıyönetimlerin dönemsel olarak yaşanmasına karşılık Ola?anüstü hal rejimi giderek ola?anlaştırılmaktadır. OHAL mevzuatı giderek a?ırlaşırken, ola?an dönem mevzuatı da adeta OHAL'leşmektedir. Son olarak çıkartılan 4178 sayılı ve 29. 8. 1996 tarihli Il Idaresi, Terörle Mücadele Kanunu ve di?er bazı yasalarda de?işiklik yapılmasına ilişkin kanun, mülki amirlere tanıdı?ı yeni yetkiler bakımından, ola?an yönetim usullerinin nasıl ola?anüstüleştirildi?inin tipik örne?idir. "Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeli?i" de bunun şimdilik son halkasıdır. Hukuk reformu içinde ola?anüstü hal rejimi uluslar arası standartlar ölçe?inde tutulmalıdır.
11.Mevcut Iç Güvenlik Yapısı Iç Barışın ve Demokratikleşmenin Engelidir...Ça?daş Bir Iç Güvenlik Kavramı ve Örgütü Oluşturulmalıdır... Susurluk olayı, Emniyet Teşkilatı'nın içinde bulundu?u ırkçı, şeriatçı yapılanmanın, hukuk ve kural dışı davranışların dehşet verici boyutlarını bir kez daha toplumun gözleri önüne sermiştir. Emniyet Teşkilatı'nın, laik demokratik Cumhuriyet kuralları ve ça?daş toplum de?erleri çerçevesinde yeniden yapılandırılarak; görevlerini hoşgörü içinde, insan haklarına ve hukuka saygı temelinde etkin olarak yapmalarını sa?layacak tüm önlemler alınmalı; polisin, halkın güvenini kazanmış oldu?u, onurunun korundu?u koşullarda etkin görev yapabilmesi sa?lanmalıdır. Polis devleti mantı?ı ile kurulan ve geçen süre içinde eskiyen, ola?andışı görevlendirmelerle yıpratılan "zabıta anlayışı ve teşkilatı" terkedilmeli; yeni, ça?daş bir "iç güvenlik kavramı" ve "örgütü" oluşturulmalıdır. Yurttaşlarımızın iç güvenlik örgütüne yönelik saygı ve güveni güçlendirilmelidir. Radikal siyasetin güvenlik güçlerini etki alanları içine alma girişimleri kesinlikle önlenmelidir.
c)KATILIMCI SIYASET HAKIM KILINMALIDIR
1.Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve ademi merkeziyetçilik. Katılma hakkı, "seçimi" de kapsayan ama aynı zamanda aşan bir kavramdır. Bunun en duyarlı noktası yerel yönetimlerin işleyişine ve buralarda karar alınmasına katılmadır. Türk kamu yönetimi esasta aşırı merkeziyetçidir; halkın katılımına, özellikle yerel düzeyde katılımına kapalıdır. Oysa yerel yönetimler aşa?ıdan yukarı do?ru demokratik örgütlenmenin temel kurumlarıdır. Bunların organlarının seçimle gelmiş olmaları bu işlerli?i ve yerel demokrasiyi sa?lamaya yetmez. Il ve ilçeler düzeyinde hemşehri-yurttaş katılımını sa?lamak için Başbakanlık tarafından çıkarılan genelgeyle (16. 1. 1992), "il ve ilçe meclisleri" kurulması istenmişse de, "istişari" nitelikli bu kurulların ciddi bir işlev gördü?ü söylenemez; zaten böyle bir şey de beklenemez.
Seçilmiş yerel yönetim organlarının ya da bunların üyelerinin, Anayasada gösterilen bazı durumlarda Içişleri Bakanı tarafından geçici bir önlem olarak ve kesin hüküm alınıncaya kadar görevden uzaklaştırılabilmeleri kabul edilemez. Seçilmiş organların bu şekilde görevden alınabilmeleri demokratiklik ilkesine aykırıdır. Geçici olsa bile, bu yetkinin bir siyasi makama, Içişleri Bakanlı?ı'na tanınması sakıncalıdır. Makul düzenleme, Bakanın istemi üzerine idari yargı mercilerinin bu geçici yetkiyi kullanmalarıdır. Genel perspektif niteli?indeki düşünce, yerel katılımın "yetki genişletilmesi" (déconcentration) şeklinde de?il, yerinden yönetimlerin geliştirilmesi (décentralisation) şeklinde gerçekleşebilece?idir. Örne?in, Il Idaresi Kanunu de?işiklikleriyle amaçlanan "güçlü mülki amir" modeli, demokratikleşme ve yerel katılım açısından yararlı de?il, sakıncalı bir tercihtir Somut ve özel olarak formüle edilebilecek fikir ise, yerel düzeyde varolan siyaset yapma yasa?ı ile ilgili hükümlerin yasalardan ayıklanmasıdır. Bunun için de 3360 sayılı Il Özel Idaresi Kanunu md. 124 ile 1580 sayılı Belediyeler Kanunu md. 53/1,4'teki, siyasi görüşmeler yapmak ve siyasi temennilerde bulunma yasaklarının kaldırılması gerekti?ini düşünüyoruz.
2. Katılımcılık kadar önemli olan bir di?er konu ise saydamlıktır. Oysa Türkiye'de idare öteden beri bir "kapalı kutu" olagelmiştir. 1980'lerde olanca a?ırlı?ıyla çöken "milli güvenlik devleti" anlayışı ve buna denk düşen uygulamalar idareyi daha da ışık geçirmez hale sokmuştur. Güvenlik soruşturmaları, fişlemeler, kişilerle ilgili bilgilerin idare mahkemelerinden bile saklanabilmesi, vb. Idarenin saydamlaştırılması, kitlenin kamu yönetiminin icraatları karşısında sürekli bilgilenmesi demokratik rejimin önemli konularındandır.
3.Siyasal partilerin çalışmalarının önündeki engellerin kaldırılması
4.Dernekler Kanunu'nda de?işiklik yapılması.
5. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlü?ü Türkiye'nin en önemli sorunlarından biridir. Partimiz di?er partilerin sahip oldu?u hakları kullanmaktan bile alı konulmuştur. Hatta seçim zamanlarında bile yasaların dahi izin verdi?i etkinlikleri yapmaya izin verilmemiştir. Kamu düzeni ve bunun korunması dışıra hiçbir gerekçeyle bu hakkın sınırlandırılmaması gerekti?ini düşünüyoruz.
C/BÖLGE ve KÜRT SORUNU
Do?u ve Güneydo?u Anadolu'nun ve bölgedeki insanlarımızın yaşamakta oldu?u olumsuzlukların, adeta kadere dönüşen sorunların, dar vizyonlu ve demokratik de?erleri içine sindirememiş otoriter devlet yapısı çerçevesinde, ırkçılık - militarizm - ba?nazlık temelinde geliştirilen politikalarla aşılamayaca?ı, demokrasi ve insan haklarına duyarsız uygulamalarla iç barışın sa?lanamayaca?ı ortaya çıkmıştır. ülkenin genelinde ve bölgede atılacak demokratik adımlar, ülkenin bölünmesini de?il, tam tersine ülkenin bütünlü?ünü pekiştirecektir. Yıllardır Bölgeye uygulanan baskı, şiddet ve inkar politikaları artık iflas etmiştir. Türkiye'nin bütünlü?ü içinde Demokratik ve Kürt kimli?ini dikkate alan ço?ulcu bir sistem içinde sorunlar çözüle bilinir.
1.) Anayasal Vatandaşlık sistemi esas alınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, bir ırk ve kan ba?ı cumhuriyeti, etnik köken cumhuriyeti olarak kurulmadı. Türkiye Cumhuriyeti, farklı insanların, cumhuriyetin eşit statüdeki kurucu unsurlar olarak yer aldı?ı bir yapılanmadan, bir ideal beraberli?inden kaynaklandı. Kürt kökenli yurttaşlarımız, tüm di?er farklı kökenli yurttaşlarımız gibi, ülke mozai?imizin, bizi ulus yapan de?erlerimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Ulusal birli?in temeli kültürel alan veya kan ba?ı de?il, yurttaşlık bilinci ve siyasal alan olmalıdır. Türkiye gibi çok kültürlü ve soy kümeli bir toplumda milliyetçili?i etnik temele dayamak bütünleştirici de?il, bölücü sonuçlar yaratır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının taşımaları gereken tek ortak kimlik, resmi/siyasal kimlikleridir. Yani, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarıdır. Kürtlük ya da başka kültürel kimlikler, bu üst-kimlikle çatışmamalıdır.
2) Kürtlere ilişkin özel yasalar kaldırılmalıdır
a) Özel adlar : Nüfus Kanunu (md. 16) ile, 8. 3. 1977 tarihli ve 7/13269 sayılı Nüfus Hizmetlerine Ait Kuruluş, Görev ve çalışma Yönetmeli?i (md. 77), ana-baba tarafından çocu?a konacak adın "milli kültürümüze" uygun düşmesini istemektedir. 24. 12. 1934 tarih ve 2/1759 sayılı Soyadı Yönetmeli?i de, "Yeni takılan soyadları Türk dilinden alınır. Yabancı ırk ve millet isimleri soyadı olarak kullanılamaz" demektedir (md. 5 ve 7). Anılan bu metinler, bununla ilgili önlem ve yaptırımları da beraberlerinde getirmişlerdir. Görüldü?ü gibi burada, dolaylı olarak Kürtçe ad ve soyadı yasa?ı da sözkonusudur. Uygulama da yakın zamanlara kadar, yargı yaptırımları dahil olmak üzere bu yönde olagelmiştir.
b) Yerleşim yerlerinin adları: 10. 6. 1949 tarih ve 5442 sayılı Il Idaresi Kanunu, ".. Türkçe olmayan (...) köy adları, ilgili Il Daimi Encümeni'nin görüşü alındıktan sonra en kısa zamanda Içişleri Bakanlı?ı'nca de?iştirilir" hükmünü getirmiştir. O tarihten bu yana uygulama köy, kasaba, mezra adlarının sürekli de?iştirilmesi yolunda seyretmiştir. Da?, tepe, nehir adları da bundan paylarını almıştır. Yerleşim yerlerinin adları, her ülkenin kültürel malvarlı?ı ve mirası demektir. O adlar yöre halkı tarafından yüzyıllar öncesinde konmuş ve benimsenegelmiştir. Merkezi kararlarla bunların de?iştirilmesi kültür zenginli?ine de saygısızlıktır.
c) Dil yasakları: 1983 tarihli, Türkçeden Başka Dillerle Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun dolambaçlı bir ifadeyle aslında Kürtçeyi yasaklamıştı. Bu yasa, Terörle Mücadele Kanunu'nun 23. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır (12. 4. 1991). Ancak bu yasa?ın dayanakları Anayasada hala mevcuttur. Şöyle ki; "Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz" (md. 26/3), "Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayım yapılamaz" (md. 28/2). Bu yasaklara aykırı basılı eserler, ses ve görüntü bandları, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yetkili merci tarafından toplattırılır (AY md. 26/3). Dil yasa?ına ilişkin yasanın kaldırılmış olmasına karşın bu anayasal kurallar hâlâ hüküm ifade etmektedir. Bunlara ve bunlara dayalı yasalara göre sürekli "toplatma" kararları alınmaktadır. Ileri sürülen gerekçe de, Kürtçe sözlerin anlamının derhal anlaşılamaması, içlerinde suç olup olmadı?ı konusunda kuşkuya düşüldü?üdür. Uygulama özellikle PVSK hükümlerine dayandırılmaktadır. Bu duruma son verilmesi şarttır.
d)Kürtçe e?itim yasa?ı : Anayasa şöyle diyor: "Türkçeden başka hiçbir dil, e?itim ve ö?retim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve ö?retilemez" (md. 42/son, 1. cümle). Yabancı Dil E?itimi ve Ö?retimi Kanunu'nun ifadesi ise şudur ve iyice gariptir: "Türk vatandaşlarına ana dilleri, Türkçeden başka hiçbir dille okutulamaz ve ö?retilemez" (2923-14. 10. 1983, md. 2/a). Gariplik şuradadır ki, cümleden çıkan "anlam"a göre, Türk vatandaşlarının ana dilleri Türkçeden başka bir dil de olabilir, ama bu ana dil ancak Türkçe olarak okutulabilir.
e)Kürtçe siyasal faaliyet yasa?ı: Dernekler Kanunu'nun 5. maddesinin 6. bendi şöyle demektedir:"Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde, ırk, din, mezhep, kültür veya dil farklılı?ına dayanan azınlıklar bulundu?unu ileri sürmek veya Türk Dilinden veya kültüründen ayrı dil ve kültürleri geliştirmek veya yaymak suretiyle azınlık yaratmak..." (amacıyla dernek kurulması yasaktır). Bend hükmü, daha önce Siyasi Partiler Kanunu md. 81 vesilesiyle de gördü?ümüz gibi, son derece baskıcı bir karakter taşımaktadır. Aynı yasanın 6. maddesi 4. bendi de, "kanunla yasaklanmış dillerle yazılmış pankart, levha, plak, ses, görüntü bandı, broşür, el ilanı, beyanname ve benzerleri"nin, dernekçe düzenlenen ya da derne?in katıldı?ı açık veya kapalı yer toplantılarında kullanılmasını yasaklar.
Siyasal Partiler Kanunu'nun 81. maddesinin hükmü şöyledir:
"Siyasi partiler:
i) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılı?ına dayanan azınlıklar bulundu?unu ileri süremezler.
ii) Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti üzerinde azınlıkar yaratarak millet bütünlü?ünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar.
iii) Tüzük ve programlarının yazımı ve yayımlanmasında, kongrelerinde, açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde, propagandalarında Türkçe'den başka dil kullanamazlar; Türkçe'den başka dillerde yazılmış pankartlar, levhalar, plaklar, ses ve görüntü bantları, broşür ve beyannameler kullanamaz ve da?ıtamazlar; bu eylem ve işlemlerin başkaları tarafından da yapılmasına kayıtsız kalamazlar. Ancak, tüzük ve programlarının kanunla yasaklanmış diller dışındaki yabancı bir dile çevrilmesi mümkündür". Bu hükmün bütünüyle kaldırılması gerekir.
f) Kürtçe radyo- tv yayın yasa?ı: Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu'nda de?işiklik yapılarak, Türkçeden başka dillerde yayın olana?ı sa?lanmalıdır.
3. Kürt dili, kültürü ve folklorunun geliştirilmesi için gerekli olan çalışmaların yapılmasına engel olunmalıdır.
4.)OHAL , Özel tim kurumu ve Koruculuk la?vedilmelidir.
5.) Bölgede konumlandırılan illegal Yapılar Tasfiye Edilmelidir. Kontr-gerilla yapılanmasından günümüze arta kalan tüm yapılanmalar ve JITEM gibi illegal istihbarat birimleri da?ıtılmalıdır. Tüm güvenlik güçleri haber almada ihbarcılık, özel hayatı gözleme, izleme ve gizlice dinleme gibi ilkel ve demokratik olmayan yöntemlere itibar etmemelidir.
6) Yaklaşık 3428 yerleşim yerinden yakılarak ya da boşaltılarak göç ettirilen köylülerin geriye dönüşleri önünde ki yasaklamalar kaldırılmalı ve zararları tazmin edilmelidir. Bilindi?i gibi köy boşaltması sürecinde evler, ahırlar, ambarlar tahrip edilmiş, önemli bölümü yakılmış; meralar kapatılmış; yurttaşların tapulu arazileri kendilerine yasaklanmış; ürünleri tahrip edilmiş; arı kovanları, cevizlikleri, odunluk ve meşe alanları ile bahçelerinden yararlanma hakları ellerinden alınarak yoksullu?a ve sefalete itilmişlerdir. Göç edenlerin, köylerinde bıraktıkları ev, tarla, ba? ve bahçeleri ile ba?lantıları kopmuş olup; köyde geride bıraktıkları geçim kaynakları ile ilişki kurmalarına, ürünlerini toplamalarına, kovanlarını sa?malarına, odunlarını kesmelerine de izin verilmemiştir.
Yılardır biriktirilen tüm ekonomik de?erler ellerinden alınmış, aileler parçalanmış, yeni ve bilinmez bir serüvene itilmişlerdir. Resmi verilere göre (OHAL), Bölgede 1.259 okul güvenlik nedeniyle, 357 okul ö?retmensizlik ve 587 okul di?er eksiklikler nedeniyle toplam 2202 okul e?itime kapalıdır. Bölgedeki 831 sa?lık evinden sadece 88'i açıktır. Tüm bu nedenlerle köylerine dönüş için bir proje gerçekleştirilmelidir.
Kısaca;
a-Köy-kent gibi oluşumlara gidilmekten vazgeçilerek herkesin ma?duriyetlerinin giderilmesi ve köyüne dönmesi önünde engellerin kaldırılması
b-Idare, geri dönülmesi mümkün olan/olmayan köy ayrımı yaparken, yeniden iskan edilebilirlik kriterini temel almalı; "güvenli?in sa?lanmayaca?ı gibi" bölgenin yapısı gere?i objektifli?in korunamayaca?ı nedenler ileri sürülmemelidir.
c-Yasal haklarını kullanarak mezralarına geri dönmek isteyen yurttaşlarımızın, maddi kayıpları karşılanmalıdır.
d- Köyüne geri dönmek isteyen her aileye, yeterli düzeyde, faizsiz ve uzun vadeli, özel bir kredi verilmelidir.
e-Boşaltılmış olan her konutun, sa?lıklı koşullarda yaşanabilir mekanlar olarak onarılması veya yeniden yapılması için, inşa ve yapımı için gerekli malzemeler ile gerekli proje ve teknik yardım, ilgili ailelere, karşılıksız olarak verilmeli, teknik destek sa?lanmalıdır.
f-Köye geri dönen her aileye, iste?ine göre 2'şer baş süt ine?i veya 15 koyun, karşılıksız olarak verilmeli; bu konuda teknik destek sunulmalıdır.
g-Düşük faizli besi projesi uygulamasından, öncelik köyüne dönen yurttaşlarımız yararlanmalı; bu durumlar için, kefaletsiz, sadece kendi emvallerine dayalı teminat sistemi geliştirilmelidir.
h-Köye geri dönen ailelerin, ev ekonomisi faaliyetlerini başlatabilmeleri için gerekli ekipman ve sermaye ve girdi olanakları, 5 yıllık süre için devlet tarafından yaratılmalıdır.
i-Geri dönen aileler meşe odunu, meşe palamutu, ceviz, fıstık ve benzeri orman ürün ve a?aç meyvelerinin üretimi ve pazarlanması için özendirilmelidir.
j-Geri dönülen köylerde sa?lık evleri, ilkö?retim okulları, köy odası ve P.T.T. gibi kamusal hizmet binaları onarılarak veya yeniden tesis edilerek, eksik kadroları giderilerek hizmete açılmalıdır.
6.)Bölgeye yönelik ekonomik ve sosyal tedbirler alınmalıdır. Bölgesel Ekonomik Kalkınma Planı uygulanmalıdır. Işsizlik, yoksullaşma ve sefalete kalıcı bir çözüm bulunmalıdır.
Bu temelde;
a- Toprak ve tarım reformu yaşama geçirilmelidir. GAP Bölgesinden başlanarak, demokratik kooperatifçilik eşli?inde, Bölgesel Kalkınma Planları ile uyumlu uygulanacak toprak ve tarım reformu ile, toprak da?ılımındaki çarpıklıkların azaltılması ve tarımda verimlili?in artırılması hedef alınmalıdır. GAP Bölgesi için yapılan bir çalışma, çiftçi ailelerinin %38'inin topraksız oldu?unu göstermektedir. Bu oran, bu bölgedeki toplam tarım topraklarının önemli bir bölümünü oluşturan Şanlıurfa'da %42.1'e, Diyarbakır'da ise %45.1'e çıkmaktadır. Tarım kesiminde toprakların mülkiyet yapısında da büyük bir çarpıklık vardır. Bu bölgedeki toprakların dörtte birinden azına ailelerin dörtte üçü sahip bulunmaktadır. Diyarbakır ilinde, toprak sahibi ailelerin %6'sı toplam tarım arazilerinin %57'sine sahip iken, ailelerin %76'sı toplam tarım arazilerinin %17'sine sahip bulunmaktadır .
b-Güneydo?u sınır bölgesindeki mayınlı arazi de temizlenerek, bu amaçla kullanıma sunulmalıdır.
c-Bölgede güvenlik nedeniyle uygulanan "yayla yasa?ı" ve son yıllarda uygulanan yanlış hayvancılık politikası bölgenin başlıca gelir kayna?ı olan hayvancılı?a büyük bir darbe vurmuştur. Güvenlik güçlerince meraların kapatılması ve ormanların yer yer tahrip edilmesi, bölgede hayvancılı?ın çökmesi ile kırsal ekonomik faaliyetlerin büyük ölçüde durmasına neden olmuştur. Tunceli'de bu olumsuz koşullar altında; 1990 yılında 453500 olan koyun sayısı 1995 de 192500'e, 236200 olan keçi sayısı 75500'e, 71900 olan sı?ır sayısı ise 35000'e düşmüştür. Hayvancılı?ın bölgede hızla geliştirilmesi amacıyla; yayla yasa?ı kaldırılmalı, mera ve ahır besicili?inin yaygın halk kesimlerince yo?un olarak yapılabilmesini sa?layacak, bölgeye yönelik do?rudan teşvikler, esnek kefalet koşulları ile yaşama geçirilmeli, süt hayvancılı?ının yaygın oldu?u yörelerde çiftçilerce, sütü işleyerek peyniri ve di?er süt ürünleri üretecek küçük imalathanelerin kurulması özendirilmelidir.
d- Yeni iş alanları ve ek istihdam olanakları yaratılmalıdır.
e- Gelir da?ılımındaki aşırı çarpıklı?ı azaltacak somut adımlar atılmalıdır.
f- Bölgenin ekonomik ve sosyal alt yapısı hızla iyileştirilmelidir.
g- GAP'ın hızla yaşama geçirilmesi, öncelikli konumda olmalıdır.
h-Bölgede sınır ticareti geliştirilmeli; serbest ticaret ve sanayi bölgeleri kurulmalıdır.
ı-Işsizlik sigortasının aşamalı ve öncelikli olarak bu bölgede uygulamaya geçirilmelidir,
i-Bölgede de, herkesin sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınması, sa?lık sigortasına kavuşturulması sa?lanmalıdır.
j-E?itim, kültür ve sa?lık alanındaki okul, tesis, hastane ve ilgili altyapı alanındaki eksikliklerin hızla giderilmesi hedef alınmalıdır.
k-Bölgedeki yerel yönetimler mali açıdan desteklenmeli; yerel yönetimlerin mevcut borç ve bütçe açıkları hazine kaynakları ile kapatılarak tahkim edilmelidir.
|
|